Bir günü, üç gün gibi yaşıyorlar

Yıllarca kanserle savaştı, ameliyatlardan, metastazlardan yılmadı, hep ümitli ve pozitifti. Kazım Kanat bir röportajında “Bir günü üç gün gibi yaşıyorum”demişti. Kanserle dolaylı ya da direkt yüzleşenler de ‘hızlandırılmış yaşam’ konusunda aynı düşüncede.

Bir günü, üç gün gibi yaşıyorlar

Geçtiğimiz günlerde hayata veda eden spor yazarı Kazım Kanat, kanserle mücadelenin simgelerinden biriydi. Yaşadığı zorluklara rağmen hayata hep gülümseyen ve ümidini kaybetmeyen Kanat’ın, “Hastalıktan sonra bir günü üç gün gibi yaşadım”sözleri, kanserle yaşayan ve onunla savaşan hastalar kadar, doktorların da hayata bakışını özetliyor. Bu hastalıkla yüzleşenler hayatı, “hızlandırılmış turda ve daha dolu dolu” yaşamak için özel bir çaba harcıyor. Oğlu Mesut Kanat, NTVMSNBC’ye babasının bunu nasıl başardığını anlattı, kanser hastaları ve onkologlar durumun kendileri için de farklı olmadığını söyledi. Bu hastalıkla tanışanların böyle düşünmelerinin son derece normal ve doğal olduğunu belirten Psikiyatr Kemal Arıkan ise, “Çünkü hayat bir sınavdır. Bu sınavda diğerlerine bir saat süre tanınırken, kanser hastalarına 20 dakika süre tanınır. Dolayısıyla onlar bir günü üç gün gibi koşturarak yaşarlar” dedi.

MESUT KANAT: ‘MELEĞİM’E DUYDUĞU AŞK BABAMIN ÖMRÜNÜ UZATTI
Mesut Kanat, babasıyla ilgili şunları anlattı:

“Bir günü üç gün gibi yaşamak, umudun umudu olmak, hayatın tüm güzelliklerinden feyz almak, kendisini kanser savaşçısı olarak ilan eden babamın hayat felsefesiydi. Babam kansere yakalandıktan sonra hayallerini ertelemeyerek, hayata sımsıkı sarılarak, yaşı 50’yi geçmiş olsa bile hayatında köklü değişiklikler yaparak bir günü üç gün gibi yaşadı ve yaşadığı her saniyeden büyük bir zevk aldı. “Hastanede dört ay yaşayacağıma, Bodrum’da bir ay yaşamayı tercih ederim” derdi. Çünkü deniz ve yelken babamın ömrüne ömür kattı. Teknesi “Meleğim” ile kurduğu aşk, onun ömrünü uzattı. Sadece bu kadar değil, babam 50’sinden sonra küpe taktı, tambur dersleri almaya başladı, onu üzen, enerjisini düşüren insanlardan uzaklaşıp sadece sevdikleriyle paylaştı hayatı. Babam, bu hayat felsefesiyle hastalıktan sonraki ömrünün bir dakikasını bile boşa geçirmeden yaşamayı, mutlu olmayı başardı ve doktorların söylediklerinin aksine çok daha uzun yaşadı.”

SİBEL KALAYCI: UYKUDA GEÇEN ZAMANA ACIYORUM
Sibel Kalaycı, 1974 doğumlu, gazeteci... 27 yaşında meme kanserine yakalandı, kısa süre sonra hastalık karaciğerine, ardından beynine metastaz yaptı, malulen emekli oldu. 2003 yılından beri aralıksız kemoterapi görüyor. “Süreç insanı yoruyor ama hiçbir zaman pes etmedim ve etmeyeceğim. Zorlandığım zamanlar olmasına rağmen hayattan zevk alıyorum ve yaşamayı çok seviyorum. Bunun için de yaşadığım anın her saniyesini değerlendirmek için elimden geleni yapıyorum” diyen Sibel Kalaycı, uykuda geçen zamana acıdığını söylüyor:

“Uyuduğum zamanı boşa geçirdiğimi düşünüyorum. Bu yüzden daha az uyumak için çaba harcayarak günü daha uzun yaşamaya çalıyorum. Günün birinde sağlığım daha kötü olursa sürekli uyumak zorunda kalacağımı düşünerek ne kadar çok şey yaparsam o kadar iyi diye düşünüyorum. Bir günü üç gün gibi yaşamaya, bir dakikayı bile boşa geçirememeye çalışıyorum. Anı yaşamak benim için çok önemli, çünkü benim için zamanın, diğer insanlardan daha az ve daha değerli olduğu kanısındayım. Kemoterapi aldıktan sonra çok halsiz olmama rağmen zamanı boşa geçirmemek ve daha iyi değerlendirmek adına kendimi zorluyorum, bir süre dinlendikten sonra kalkıp, gezmeye gidiyorum, zevk aldığım şeyleri yapmaya başlıyorum. Dağlara, denizlere, doğaya daha fazla zaman ayırıyorum çünkü zevk aldığım şeyleri yapmak bana iyi geliyor. Mesela iki gün önce kemoterapi aldım, yarın arkadaşlarımla Bolu’ya piknik yapmaya gitmeyi planlıyorum. Kısacası bir güne, bir günde yapılabileceklerden daha fazla şey sığdırmak için çabalıyorum, çünkü yaşamak çok güzel…

Kanserle doğrudan yüzleşenler hayatı böyle algılıyor. Kansere, hastaları vasıtasıyla şahit olan onkologların görüşleri ise şöyle:



PROF. DEMİR: ONKOLOGLAR DA BÖYLE YAŞIYOR
Prof. Dr. Gökhan Demir, İstanbul Bilim Üniversitesi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı:
“Çok doğru bir tespit; çünkü bunu sadece kanser hastaları yaşamıyor, onkologlar da böyle yaşıyor. Gerçekten sadece kanser hastaları değil, bu hastalıkla uğraşan hekimler de geçen bir günün hayatta en değerli şey olduğunu görüyor. Bu nedenle her günün içini tam olarak doldurarak yaşamaya gayret ediyorlar. Yani bu durum sadece kanser hastaları için değil, onlarla her gün haşır neşir olan onkologlar için de geçerli.

Çünkü hayatın ne kadar uçucu olduğunu anlıyoruz. Genellikle hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşıyoruz; genetik olarak öyle programlanmışız, halbuki öyle değil. Hayatımızda her an radikal değişiklikler olabiliyor ama bu değişiklikler olmadan bunları göremiyoruz. Kanserle hastalarımız aracılığı ile tanışmış ve hastalığın nasıl bir seyir izlediğini bilen kişiler olarak biz onkologlar, hayatın ne kadar değerli olduğunu, boşa geçirilmeden, içi doldurularak yaşanması gerektiğini her gün yeniden öğreniyoruz ve tabi ki bizler de bir günü üç gün gibi yaşamaya gayret ediyoruz.”

PROF. DARENDELİLER: YAŞAMIN KIYMETİNİ DAHA İYİ ANLIYORUZ
Prof. Dr. Emin Darendeliler İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü:
“Aslında bütün doktorlar hayatın ne kadar kıymetli olduğunun farkında ama biz onkologlar kanserle daha fazla yüzleştiğimiz için bizim hayatı daha dolu dolu yaşamak istememizde bu hastalık ön plana çıkıyor. Ben de Kazım Kanat’ın dediği gibi bir günü üç gün gibi yaşamaya çalışıyorum. Biz onkologlar yaşamın kıymetini çok daha iyi anlıyoruz ve bunu değerlendirmek için çabalıyoruz. Ben mümkün olduğunca kendime ve hobilerime, yani beni mutlu eden şeylere daha çok vakit ayırmaya çalışıyorum.”

PROF. TECİMER: HASTALARLA EMPATİ YAPIP ETKİSİNDE KALIYORUZ
Prof. Dr. Coşkun Tecimer, İstanbul Bilim Üniversitesi Onkoloji Anabilim Dalı:
“Kanser hastaları yaşamlarının kısıtlı olduğunun, yaşam sürelerinin sınırlı olduğunun bilincinde olabilirler, onlar için yaşam çok daha değerlidir. Çocukları düşünün: Çocuklar ölümden habersizdir, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, zaman onlar için çok değerli olmayabilir. Ama yaş ilerleyip sona doğru yaklaştıkça hayatı sorgulama biraz daha artıyor ve zamanı daha iyi değerlendirme isteği ortaya çıkıyor. Bunun anlamı kanser hastaları için bir kat daha fazla, onlar kısıtlı yaşam sürelerini daha doyarak yaşamak istiyorlar.

Onkologlar olarak bizim diğer doktorlardan biraz daha farklı bir bakış açımız var, hastalarımızla empati yaptığımızda, onların üzüntülerini duyup, etkisinde kalıyoruz. Dolayısıyla yaşamın aslında pamuk ipliğine bağlı olabileceğini düşündüğümüzde yaşadığımız anın iyi değerlendirilmesi gerektiğini daha çok hissediyor olabiliriz. Yolda yürürken başımıza saksı düşmesi ya da araba çarpma riski her insan için aynıdır, ama kanser hastalarının hastalıklarından kaynaklı riskleri göz önüne alarak hayatı daha dolu yaşamak istemeleri çok anlaşılır bir durum.”

PROF. ARIKAN:DİĞERLERİNİN 1 SAATİ, ONLARIN 20 DAKİKASI VAR
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde her cuma kanser hastalarıyla grup terapisi yapan ve kanser psikolojisini yakından takip eden Psikiyatri Anabilim Dalı Prof. Dr. Kemal Arıkan ise şu tespitte bulunuyor:

“Kanser teşhisi, ‘Yaşam süren diğer insanlara göre daha az olacak’ mesajını içinde barındırır. Bu doğru bir algılayış değil ama bu teşhis böyle bir mesajla birlikte gelir. Teşhisten sonra insanlar telaşlanırlar, şok olurlar ama bir hafta-10 gün içinde hastaların yüzde 80’i bu duruma alışır. Geri kalan yüze 20’lik bölümde ise inkar ve şok hali devam eder ve bu hastaların ruhsal desteğe ihtiyacı vardır. Bu süreçte özelikle genç hastalar, yaşamın geri kalanını daha iyi değerlendirmek için farklı bir çaba içine girer ve hiçbir anı boşa geçirmemeye çalışır.

Ben kanser hastalarının bir günü üç ya da beş günmüş gibi yaşamalarını çok iyi anlıyorum. Çünkü hayat bir sınavdır, bu sınavda diğerlerine bir saat süre tanınırken, kanser hastalarına 20 dakika süre tanınır. Dolayısıyla kanser hastaları bir günü üç gün gibi koşturarak yaşarlar, bir güne her şeyi sığdırmak, hiçbir şeyden mahrum kalmamak için hızlı ve daha dolu yaşamak isterler; tabii ki kullandıkları ilaçların ve tedavinin izin verdiği oranda...”

TÜLAY SAĞLAM: HIZLANDIRILMIŞ TURDA DOYA DOYA YAŞAYABİLMEK
Ve bu haberi hazırlayan ben, Tülay Sağlam... 2003 yılında meme kanserine yakalandım, yaklaşık beş yıl sonra göğüs kemiğine metastaz gerçekleşti. 5 yıldır vücuduma yüklenen onca kimyasalın ve bağışıklık sisteminin izin verdiği oranda ben de hayatı Kazım Kanat’ın söylediği gibi bir günü üç güne denkleyecek şekilde yaşamaya çalışıyorum. Yani hızlandırılmış turda ve doya doya yaşamak için uğraşıyorum. Yaşadıklarımı 2003 yılında çıkardığım bir kitapta anlatmaya çalışmıştım. Kitabın arka kapağına koyduğum Nazım Hikmet’in şu dizeleri söylemek istediklerimin özetini oluşturuyordu:

Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın,
Bir sincap gibi mesela…
Yani yaşamın dışında ve ötesinde hiç bir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak…..

Ben de sincap gibi yaşamaya çalışıyorum ve eğer Prof. Arıkan’ın dediği gibi hayat bir sınavsa, sürenin 1 saat ya da 20 dakika olmasının çok fazla bir önemi yok. Önemli olan yenen her lokmanın, solunan her nefesin tadına vararak, keyfini çıkararak sınavdan çıkabilmek. Ama sorulara doğru cevap vermiş olabilmenin mutluluğu ve huzuruyla…

Sayfa Yükleniyor...