Arınç'tan 'ananas' yorumu

"Ananas" konusundaki tartışmaları değerlendiren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Ananası, Uganda’yı dile dolamamak lazım" dedi.

Arınç'tan 'ananas' yorumu

Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, NTV'de Oğuz Haksever'in gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Arınç röportajından öne çıkan başlıklar;

- Dün parlamentoda yaptığınız görüşmelerden başlayalım. Önce serbest bırakılan beş milletvekilini ziyaret ettiniz geçmiş olsun diye.

Dün BDP’li beş milletvekili tahliye edilmişti. And içtiler. Ve kendime verdiğim bir söz vardı hangisi serbest kalıp ant içtiğinde onları ziyaret edip geçmiş olsun diyeceğim ve başarılar dileyeceğim diye. Önce sayın Haberal’ı hastanesinde ziyaret ettim. Geçmişten bu yana tanıdığım ve saygı duyduğum bir insandı. Daha sonra sayın Balbay’ı Cumhuriyet gazetesindeki yerinde ziyaret ettim. Geçmişten bugüne tanışıklığımız vardı.

Bu beş BDP’li milletvekilini tanımıyordum ama onlar da çileli bir tutukluluktan sonra tahliye edilmişlerdi. Onları da dün BDP grubunda ziyaret ettim. Ben iki üç yıldan bu yana bu milletvekili arkadaşlarımızın içerde tutuklu kalmasını hazmedemiyorum. İtirazım son yıllarda yapılan yargılamalarda bir adil yargılama olup olmadığı konusu beni ilgilendiriyor. İkincisi de uzun tutukluluk süreleri.

Burada sivil asker ayrımı da yapmıyorum. Bir soruşturma evresi başladıktan sonda delillerin toplanmış olması, sorguların yapılmış olmasını takiben eğer şartları oluşmuşsa o insanların tahliye edilmesi lazım. Çünkü bizim hukukumuzda tutukluluk istisnaidir ama serbest kalmak asıldır. Bunları söyledik ama kimse dinlemedi. Özellikle milletvekilleri de halkın oylarıyla seçildikten sonra beğensek beğenmesek kime kabahat bulacağız halk seçmiş.  Geçmişte de milletvekili seçildikten sonra bu insanların serbest kaldığını gördük. Biz Adalet Bakanlığı olarak 4 yargı paketi çıkardık. Bunların özellikle üçüncüsünde tutuklamaların artık son bulması açısından önemli hükümler koyduk. Onları da hiç umursamadılar. En sonra 2010 referandumundan Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını getirmişiz bu kişilerden bazıları bu yola gittiler. Sanıyorum önce Balbay’la başladı, arkasından da ben bunun bir emsal olması gerektiğini ayrıca herkesin bireysel başvurusuna da gerek olmadığını söyledim. Fakat mahkemeler özellikle Diyarbakır ve çevresinde görev yapan mahkemeler herkesin kendisinin başvuru yapması gerektiğini söylediler. Sonunda o da yerine getirildi ve bu kişiler tahliye edildiler. Siyasi düşünceleri çok önemli değil milletin seçtiği isimler parlamentoda görev yapmalı. Bu ziyaretlerim sırasında kendilerine 'Geçmiş olsun' dedim. Kemal Aktaş’ın 1980’den sonra neredeyse 20 yıl cezaevinde kaldığını öğrendim 3 yıldan bu yana da KCK veya başka sebeple tutukluydu. Mesela genç bir bayan olmasına rağmen Selma Irmak’ın neredeyse 9 yıla yakın tutukluluk sürtesi olduğunu öğrendim. Diğerlerinden de öğrendiğim özellikle cezaevi şartları bakımından yargılamaların adilliği konusunda inanın bilmediğim pek çok şeyi öğrendim. Mesela bir tanesi Faysal Sarıyıldız ve Selma Irmak bahsettiler. Artık cezaevinde kalması sağlık şartları bakımından çok zorlanan bazı tutuklu ve hükümlülerin tahliye edilmesi gerekir. Biz ikinci yargı paketinde bunu çok kolaylaştırdık. Fakat adli tıbbın şu veya bu sebeplerle bu raporu vermemesi içerde bazı kişilerin hayatlarını oldukça zor bir noktaya getirmiş. Adli tıp raporu da olmasına rağmen bazı savcılar bir not düşmüşler. Sağlığı bakımından çok zor durumdadır, tahliye edilmesi gerekir. Ama tahliye edildikleri taktirde dışarı çıkarlarsa, dışarıda çevresindeki insanlar huzur ve güvenlik bozucu bir eyleme kalkışabilirler veya buna benzer bir cümle. Bu hukuki değil. 'Bu yazılı olarak varsa bana ulaştırın biz de takip edelim' dedim. İnsan hayatının söz konusu olduğu bir yerde hiçbir mütealanın söz konusu olmaması gerekir. Ben de kendilerine meclis başkanıyken yaşadığım bir olayı anlattım. O tarihte biliyorsunuz 1994’te DEP’in kapatılmasıyla 4 milletvekili cezaevine alınmışlardı. Selim Sadak, rahmetli Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Leyla Zana. Benimle görüşmek istediler ve ben kendilerine bir yemek verdim. O yemekte 4-5 saat geçmişi bu günümüzü ve geleceğimizi konuştuk ve çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Dün de arkadaşlarıma çözüm süreci için ne yapmaları gerektiğini onlar da bana hükümetin ne yapması gerektiğini anlattı.

- Cezaevinde sağlık açısından zor durumda olanların altını çizdiniz. Bu konuda bir şeyler yapılabilir mi?

Tabi ki yapılabilir. Son dönemde özellikle Adalet Bakanımız Sadullah Ergin’in döneminde çok iyi noktaya getirildi cezaevlerimiz. Hükümlüleri içerde de korumak zorundayız. Dolayısıyla bu cezaevlerinin şartlarının da Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmesi lazım. Son yıllarda bu yapıldı. Tabi müebbet, ağır hapse mahkum olanlar, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olanların infazları başka bir statüye bağlı. Bu statüde de şartların mutlaka düzeltilmesi lazım. Bütün bunların şartlarının da iyileştirildiğini biliyorum eskiye göre. İçerde kalmalarının mahsur görüldüğü her tutuklu ve hükümlünün serbest kalması lazım. Sadece hastane şartları önemli değil. Bir insanın evine gitmesi, arkadaş ortamı içinde bulunması, aynı zamanda tedavisinin de devam etmesi gerekiyor. 1 yıl mı 2 yıl mı oldu Güler Zere isminde bir bayan tutuklu veya hükümlü vardı. Hükümetimiz harekete geçti ağır bir hastalığı olduğu biliniyor ve ölümcül bir sonuçla da karşılaşacağımızı yazıyorlar. Bağırmamız, çağırmamız yalvarmamızla bir ay son tahliye oldu ama 3 ay sonra da vefat etti. Aynı durumda başka kişiler, başka tutuklu ve hükümlüler bulunabilir. Bu çığlığa hiç kimsenin kulağını kapatmaması lazım. Hükümet olarak yaptığımız yeterli değilse mutlaka yeni hükümler getiririz. Yazılı olarak nerede kim var, ne durumda bunu da bugünden itibaren toplamaya çalışıyorum.

- Yargı düzenlemeleri, bir takım haberler var 'Sahte dijital delil varsa ve gizli tanık, hukuka aykırı dinlenmişse bu davanın yeniden görülmesine gerekçe sayılacak' diye... Böyle bir düzenleme geliyor mu?

Bu tartışma sanıyorum bir ay önce başladı. Bir milletvekili arkadaşımızın yazdığı makalesinden alırsak ‘Orduya da kumpas kuruldu’ şeklindeki bir sözünün bunun üzerine yargılamanın iadesi daha güncel hale geldi. Bir defa 25 sene biz bu avukatlığı yaptık yargılamanın iadesinin ne olduğunu az çok biliriz. Bu bizim hukukumuzda var. Bitmiş bir mahkeme, hüküm veya karar karşısında şartlar oluşmuşsa yeniden mahkeme istenebilir, bu var zaten. Ortaya çıkan yeni bir delil olabilir, mahkemenin kabul ettiği bir delilin sahteliği de söz konusu olabilir. Şahitlik yapmışsa o karanın verilmesine vesile olmuş birisinin daha sonra yalan şahitlikten mahkum edildiği de ortaya çıkabilir. Bu varken yeni olarak ne yapılabilir? Ben yeni bir şey yapılmasının ve mevcut hukuk sistemine bunu adapte etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Ancak üzerinde konuşmamız lazım. Bu konuda inisiyatif alan Barolar Birliği oldu. Sayın Feyzioğlu Sayın Başbakanımız'ı ziyaret etti, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti bir tur yaptı. Şöyle şöyle yapalım bitmiş davalar yeniden görülsün diye. Doğrusu ben ilk planda baktığımda bugünkü mevcut hukuk sistemi içinde buna çok imkan olmadığını gördüm. Sayın Feyzioğlu diyor ki bugüne kadar bitmiş davaları öncelik alarak söylüyor 'Bir karar çıkartalım hepsini geçersiz sayalım. Ondan sonra da herkes hakkında beraat kararı verilsin yeniden bir yargılama yapılsın' Bir defa yargı üç erkten biriyse onun verdiği kararların yasamanın verdiği şeyler ortadan kaldırılması nasıl mümkün olabilir? Bir af çıkartırsa bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırabilir. Af çıkarmanın da anayasa içinde yeri belli. Ben Feyzioğlu’nun düşüncelerinin saçma olduğunu söyleyemem, tartışılması gerekir. Bu yüzden Sayın Başbakanımız da Adalet Bakanımız'a 'Bu konu üzerinde çalışın' dedi. Ama bana sorarlarsa şurası eksik burası fazla diyebileceğim. TÜBİTAK’tan bilirkişi istenmiş, bu bilirkişilerde bir davada önemli bir belge veya delil olan harddisk’le ilgili bir karar vermiş. Bu gerçekse mahkeme de bu rapora itibar edecekse kendi içinde gereğini yapar. Çok önemli bir delildi biz buna dayanmıştık kararı da buna göre vermiştik demek ki bizim kararımız sakat derse mesele yok. Yargılaması devam eden davaysa o delilden vazgeçer başka delillerle devam eder.

Özel yetkili mahkemelerle ilgili Sayın Başbakanımız sanıyorum İran’a giderken bahsetti daha çalışma halinde olan bir düşünce. Biz Bakanlar Kurulunda da daha kendi içimizdeki çalışmalarda da terörle mücadele kanunu üzerinde mutlaka bir şey yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Ben mesela basın ve medyadan sorumlu bir Başbakan Yardımcısı olarak hem yurt içinde hem yurt dışında 'Niçin gazeteciler içeride' sorusuna muhatap kalıyorum. Bizde boynumuzu bükerek diyoruz ki 'Gazetecilik mesleğini ifa ederken yazısından, kitabından, karikatüründen dolayı cezaevinde olan insanlar değil' Bir iki kişi böyle oldu onlar da çıktı. Hepsinin isim isim ve karşılığında hangi ceza maddesi ile sorgulandığına dair belgeler veriyoruz. Onların tamamı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet etmekten, terör örgütü propagandası yapmaktan, örgütün eylemlerine katılmaktan, örgüt adına hareket etmekten vesaire. Bu sefer ben soruyorum; bu kanun mevcut oldukça bu gazeteci kimliğiyle bilinen insanların yargılaması da olacaktır, hüküm de alacaklardır, cezaevinde de kalacaklardır. O zaman Terörle Mücadele Kanunu bence sorumlu. İlk maddemizi bazı yayın yoluyla işlenen, düşünce eve fikri açıklaması sebebiyle propaganda unsurundan dolayı ceza giyenler üzerinde geçtiğimiz yıl yaptık. 5 yıla kadar erteleme getirdik sadece bildiri okuyan bildirisinde de propaganda yaptığı sabit görülen insanların hepsini dışarı çıkardık. Ve propaganda unsuruna şiddete yöneltme unsurunu ekledik. Örneğin Sayın Öcalan demek bir zaman terör örgütünü de örgüt elebaşını da övmek suçuydu. Sonra Yargıtay bunun tek başına suç olmayacağına karar verdi. Bizce de öyle. O yüzden onun resmiyle, posterleriyle mitingleri dolduran insanlara kovuşturma yapılmıyor. Propaganda içine silah ve suç unsuru koyulmuşsa bu suç olacaktır o zaman. Bu yeterli değil tabi.

İçim acıyarak söylüyorum, öyle bir maddemiz var ki bizim kim akıl ettiyse üstün bir zeka. Terör örgütünün üyesi olmamakla birlikte, yine de yaptığı eylemlerle örgüt lehine faaliyette bulunana da ceza veriyor. Bir belediye başkanı hakkında dava var hala içerde kendisi. Nevroz dolayısıyla bir bildiri okumuş. O bildiri içinde de örgütü öven şeyler söylemiş. Propagandadan vermişler, ikincisi örgüt üyesi değil ama örgüt lehine hareket etti diye toplam 8 yıl. Bu maddeyi de değiştirmemiz lazım. Terörle mücadele kanunu çok eski bir kanun değil 91’lerden geliyor. İlk başlangıcı da benim bildiğim 141-142 ve 163.maddeler rahmetli Özal’ın girişimleriyle kalktığı zaman terörle mücadele kanununu onun yerine ikame etiler. 2005’te yeni ceza kanunu yapılırken terörle mücadeleyi de içine alacak kanun içine maddeler konuldu. O zaman TMK’ya ihtiyaç kalmadı ama bugüne kadar geldi. En basit sebebi çözüm sürecini bir yılını yeni doldurduk. Bir yıl öncesine kadar karakollar basılıyor, mayınlar patlıyor, sokaklarda canlı bombalar kadınları karınlarındaki çocuklarla havaya uçuruyordu. Böyle bir ortamda caydırıcı olması açısından terörle mücadele kanununa ihtiyaç olmuş olabilir. Çözüm süreciyle birlikte bizim bu fazlalıktan vazgeçmemiz lazım. Hapşıran bir insana idam cezası vermeye kalkarsanız bu caydırıcı olmuyor  daha da teşvik edici oluyor. Bu kadar uzun tutukluluklar karşısında hiç kimse inandığından vazgeçmiyor belki de daha çok bilenerek ilerisine hazırlanma ihtiyacı duyuyor.

- Bu Balyoz davasında yeniden yargılama talebini reddetmişti 10.ağır ceza, 11.ağır ceza kaldırdı.

Şekli bir unsur. Dürüst bir avukat kimin Celal Ülgen sanıyorum, güzel bir açıklama yaptı. 'Bu şekli bir bozmadır' dedi. 'Müracaat edilmiş reddedilmiş kararı veren heyet bunu yapmasın, onlar zaten taraflı olduklarını göstermişlerdir, altında imzası var. O yüzden yeni bir heyete başvurulmalı o heyet karar vermelidir' denmiş. Şekli bir bozmadır, bundan sonra gereğini buna göre yapacaklardır.

- HSYK teklifi donduruldu yeniden anayasa değişikliği gündeme geldi. Eski bir meclis başkanı olarak umutlu musunuz anayasa değişikliğinden?

Kaldığımız noktadayız, çok ümitli değilim. Ben anayasa komisyonundan da umutluydum ama umutlarım boşa çıktı. 'Partiler bir araya gelsinler, HSYK ile ilgili maddeyi düzenleyebilirsek biz bunu çekeriz biz ona göre hareket ederiz' dedik. Milliyetçi Hareket Partisi 'Biz bu işte yokuz' dedi. Kılıçdaroğlu da önce 'Varız' dedi sonra o da 'Yokuz' dedi, 'Samimi görmüyoruz' dedi. BDP ile AK Parti’nin de yapacağı bir iş değil bu. Ondan sonra HSYK kanunun görüşülmesine kavga dövüş devam edildi. Sonunda tekrar meclis başkanımız, cumhurbaşkanımız liderleri davet etti, anayasa değişikliğinin olması konusunda tekrar inisiyatif aldılar. Biz varız dedik ve kanunu dondurduk. Çıkan kısmı hariç. Şimdi somut olarak ben Sayın Meclis Başkanımız'ın tarafları bir araya getirerek şu madde üstünde mutabık kalın diye bir çalışma yaptığını bilmiyorum. Biz varız gelin masa başında anayasa maddesinin yapısını yeniden gözden geçirelim. 22 kişi bunlar. 10'unu birinci sınıf hakimler kendi aralarında seçiyor, gerisini Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi üç dört tanesini de Sayın Cumhurbaşkanımız seçiyor galiba. Eğer değişiklik olacaksa Avrupa’daki örneklerine bakalım tabanı yine zengin olsun ama gruplaşmalar olmayacak her farklı fikrinde temsil edeceği bir merci yapalım dedik. Bu sonuna kadar beklenecek bir şey değil, önümüz seçim. Bu hafta en fazla öbür hafta biz geri kalan maddeleri de çıkarırız. Yaptığımız şey bana göre anayasaya aykırı değil. Evet yargı bir karar verecektir, Anayasa Mahkemesi'ne gidecek elbet onun kararına da uyarız. Biz anayasayı değiştirmiyoruz, 159.maddesinde 'HSYK şu esaslara uygun olarak çalışır' diyen bir kanunun maddelerini değiştiriyoruz. Kanunun maddelerini değiştirmek anayasaya aykırı değilse mümkündür. Bunun muhalefet elbette zararlı taraflarını söyleyecektir ama işi kavgaya dökmemek suretiyle. Esasen o kavgalardan sonrada herkes uslandı.

- TÜSİAD Başkanı'na Sayın Başbakan'ın sert bir tepkisi oldu. Sayın Başbakan 'Böyle bir ülkeye yabancı sermaye gelmez' sözünü 'ihanet' olarak tanımladı.
Muharrem Bey benim hemşerim, ilişkilerimiz de iyi. Onunla ilgili konuşmak nasıl olabilir onu düşünüyorum. Geçmişte benim de sayın Boyner’le, TÜSİAD’la kavgalarım oldu. Ama meseleye iki açıdan bakmak lazım. TÜSİAD bizim nazarımızda geçmişten bu yana yanlışları olan ama önemli bir kurum. Ben Refah Partisi’nden onun öncesinden de AK Parti’ye kadar bu kurumun dostane ilişkiler kurmadığını ve adeta bir muhalefet partisi gibi bu partilere karşı bir tavır aldığını biliyorum. Ben 95’te parlamentoya girdim, 96’dan itibaren de TÜSİAD’ın hazırladığı bütün raporlara konuşmacı ve tartışmacı olarak katıldım. Ama onlar o hazırladıkları raporları Türkiye'nin sıkıntılı zamanlarında ortaya çıkarmadılar. 28 Şubat sürecinde de olumsuz rol aldılar. AK Parti kurulduktan sonra-önce küçümsediler, sonra sessiz kaldılar ama zaman zaman muhalefet eden tarzda seslerini yükselttiler. Bir kurumun da tüzel kişilik olarak bazı konularda iktidarı eleştirmesi elbette normaldir. Bugün geldiğimiz noktada özellikle 17 Aralık sonrasını ekonomik ve mali açıdan hem içerde hem dışarıda Türkiye'nin itibarını sıfırlamaya yönelik bir gayreti bizzat gördük. Yabancı sermaye Türkiye'yi bir cazibe merkezi olarak gördü, büyük bir yatırım geldi, bu yatırımları önlemeye yönelik bir faaliyette gördük. Şimdi biz devlet otoritesini yerli yerine oturtmanın kavgasını veriyoruz, bir yandan da iç ve dışta mali ve ekonomik tablolara da sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bizim 11 yıllık başarılarımızın temelinde bir siyasi istikrar var, bir ekonomik istikrar var. Bunlar siyam ikizleri gibi birisi bozulursa öbürü de bozuluyor. Sayın Başbakan bu son yaşanan olaylardan sonra son derece üzgün ve kızgın. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayındaki tabloya bakın; İMF ile olan borcumuz bitmiş borç verecek noktaya gelmişiz. İşsizlikte yüzde 8’leri görmüşüz, enflasyonda 5-6’lara düşmüşüz filan. Böyle bir tabloda yüzde 4.5’lik büyüme hızını görüyoruz biz bu tablonun bozulmasından üzülürüz ve bunu tehlikeli buluruz. Şimdi TÜSİAD elbette düşüncelerini açıklayacak ama 'Türkiye'de hukuk kalmadı, hukukun üstünlüğü kalmadı, Türkiye'de şu olmadı bu olmadı bundan sonra size bir şey gelmez' şeklinde konuşma elbette Sayın Başbakan'ı ve hükümetimizi yaralamıştır. Buna yönelik bir eleştiride bulunmuştur Sayın Başbakan. TÜSİAD ateşe benzin dökeceğin yerde bütün bunların üstünde bir şey söylemen lazım. TÜSİAD’ın bu tavrı geçmişten bu yana olan tavır olduğu için başbakanımız tepki göstermiştir. Ben TÜSİAD Başkanı'nı iyi tanıyorum, bu sözlerini bir kanara koyarsak vatanperver bir insan olarak nitelendiriyorum ve onun üzüldüğünü görerek şahsen bende üzüldüğümü ifade etmek istiyorum.

- Bir ananas metaforu var. Bir ses kaydı ortaya düştü 'Uganda’dan ananaslar geldi' biçiminde, Başbakan bunun şifre olduğunu söylüyor.

Uganda da ananas da beni biraz ilgilendiriyor. Türkiye'den birisi telefon ediyor, Koç’un ismi var galiba bir rafineri verildi verilmedi, işte hocam Uganda’dan da ananas geldi gönderelim mi filan diyor konuşan kişi. Birisine kızabiliriz ona karşı husumet de duyabiliriz ama bir gerçeği de insanın bilmesi, yeri geldiğinde ifade etmesi lazım.

2010’du zannediyorum ben bakan oldum, bir yıl sonra her bakanın karma ekonomik kurul başkanlığı olur. Ben mesela 5 ülkeden sorumluyum, Uganda benim sorumluluğumda. Ortadoğu’da Yemen, Uzakdoğu’da Malezya bende, Vietnam, Kamboçya bende birkaç ülke daha var. Şimdi Uganda’da toplantı yapmaya karar verdik. Hiç görmediğim bir ülke. Uganda ile diplomatik ilişki kuralı 3 ay olmuş. Büyükelçi gitmiş ama daha oturacak yeri yok. Ben bildiğim dostlarıma gittim bunların başında da TUSKON gelir. Sanayici ve iş adamları kuruluşudur. Gülen cemaati ile bağlantısı olan ama pırıl pırıl insanların götürdüğü ve dünyanın her yeri ile ilişki kuran bir kuruluş. Onlara müracaat ettim, belki o telefon görüşmesini yapan kişi Mustafa Günay’sa TUSKON’un genel sekreterdir, benim de çok iyi dostum. Ben Uganda’ya gideceğim ama ilk defa gideceğim bana biraz iş adamı verin gidip orada toplantı yapayım. Onlar tertipledi 40’a yakın işadamı gittik. Onların iş adamı diye getirdikleri karşılıklı olarak alışverişte bulundular. Hatta akşam toplanınca birisi dedi ki 'ben 200 bin çift ayakkabı bağlantısı yaptım', öbürü 'ben ilaç sattım' dedi, ben de çok sevindim. Uganda’ya indik büyükelçi bizi karşılayacak ama büyükelçilik yok. Bizi karşılayanların içinde oraya 11 yıl önce gidip okul kuranlar ve okulların öğrencileri geldi. Yemeği onlar verdi, Cumhurbaşkanı ile görüşmeye onlar katıldı. 11 yıl önce büyükelçimizin olmadığı bir ülkeye bu insanlar gitmişler okullar kurmuşlar öğretmenlerle öğrencilerle bütünleşmişler.

Uganda’da ananas yetişiyor mu bilmiyorum. Çok da güzel yemyeşil bir ülke mutlaka gidin. Şimdi bu Uganda’yı dile dolamamak lazım. İkincisi iş adamlarının yurtdışında yatırım yapması konusunda eğer bu telefon konuşmasının içinde bazı isimler geçiyorsa onları da ayıplamamak lazım. 5 yıl meclis başkanlığı yaptım. Gittiğim her ülkeye giderken şu ülkede Türk firmalarının bir ihalesi var. O ihaleyi Türklerin alması için sizde aracı olun deniyordu. Sayın Cumhurbaşkanımız'ın mesela Körfez ülkelerinin birinde bir firma için ricada bulunduğunu bilirim. O dönemde o firmanın patronu da Meclis'te Cumhuriyet Halk Partisi milletvekiliydi. Biz Türkiye'nin menfaatlerinin söz konusu olduğu bir yerde parti ayırmayız.

-Başbakan son grup toplantısında cemaatin tabanı ile üst yöneticileri örgüt diye ayırdı. Ne dersiniz?

Son grup toplantısında ben de vardım aslıda daha önceki konuşmalarında da buna benzer ifadeleri oldu Sayın Başbakan'ın. Çok da doğru bir şey. Bu cemaatin belki birkaç milyon sempatizanı var, müntesibi var. Hizmet hareketi dedikleri bu hareketin içinde canla başla bütün kazancını servetini ortaya koyarak çalışanlar var. Onların hepsi saygın, aynı zamanda bizim ailemiz. Bizim de çevremizden ailemizden bu hizmetlere katılanlar var. Ancak özellikle son olaylar da gösterdi ki biz de buradanız diyerek hukuk dışı bir takım faaliyetler gösterenlerin bir kenara ayrılması lazım. Hukuku kim ihlal ediyorsa, elindeki belgeleri bilgileri kim birilerini yıkmak için kullanıyorsa, hukuk devleti olmanın gereklerine kim karşı çıkıyorsa bunlar nereye müntesip olursa olsun yanlıştır, haksızdır, yerine göre suç işliyordur. Bunları dışarı almak lazım. Şahsen ben de söz düştüğü zaman aynı ayrımı yapmak zorundayım. Ben kimsenin tanımlamasına veya üslubuna hakim olacak bir noktada değilim. Milyonlarca insan masumdur ama bunun dışında sayısı şu kadar veya bu kadar suç işliyorsa, haksızlık yapıyorsa, birilerinin özel hayatını, özel hayatın gizliliğini ayaklar altına almışsa onları bir kenara atmak ve siz bizim hasmımızsınız ve biz sizinle hukuk içinde mücadele edeceğiz demek gerekir. Bunu demiş Sayın Başbakanımız. Dershaneler konusu mesela son Bakanlar Kurulu'nda biliyorsunuz imzaya açıldı. İki üç gündür de dershanelerle ilgili o günlerde yapılan kavgaya benzer başlıklar tartışmalar yok. Demek ki o meselede bir kabullenme durumu var. Oysa ilk çıktığı zamanlarda çok ağır bir şekilde 'Siz bunu yaparsanız bizde bunları bunları yaparız' tehditlerini alıyorduk. Biz dedik ki dershaneler konusunda bütün paydaşlarla bir araya geleceğiz ve onlar nasıl bir  düzenleme istiyorsa ona uygun yapacağız. Hepsi ile bir araya geldik onlar şöyle olsun dediler biz ancak böyle yapabiliriz dedik, sonunda bir taslak çıktı. Bize teşekküre geldiler ama amaçları kavga etmek olanlar yine sürdürdü, şimdi onlar da konuşmuyor artık.

- 17 Aralık operasyonu soruşturması savcıları dosyadan el çektirildi, ciddi hakim ve savcı değişiklikleri oldu. Asla ve asla bunların üstü örtülmez dendi ama kamuoyunda farklı bir algı var gibi.

17 Aralık’tan sonra hükümet adına açıklama yaptım. Orada iki şeyi birbirinden ayırdık. İddia yolsuzluksa bu bizim varlık sebebimizdir, buna karşı hareketsiz kalamayız, bu araştırılacaktır ve sonucuna göre hareket edilecektir. İkincisi; bu bir algı operasyonu aslında. Sürekli yolsuzluk denerek bugüne kadar gizli kalması gereken her şeyin televizyon ekranlarına gazetelere basılan fotoğrafların gerçek mi mizansen mi olduğu ancak yargılama ile anlaşılacaktır. Lütfen yolsuzluk boyutuyla bizden bir olumsuzluk beklemeyin. Bütün yargı gücünü kullansın biz de siyasi irade olarak onun arkasında duracağız. Ancak onun dışında eğer hükümeti bugüne kadar yıpratamadığınız eylemlerle birlikle yolsuzlukla, para kasalarıyla, ayakkabı kutularıyla, bir algı medyada getirerek 30 Mart’ı ondan sonraki cumhurbaşkanlığı seçimini etkilemeyi düşünüyorsanız, savcı savcı görevini yapmıyorsa, yargıç görenini yapmıyorsa, emniyet içinde kümelenmiş bir avuç insan bu operasyonun bir parçası haline gelmişse kusura bakmayın bunun da hesabını sorarız dedik. Fezleke geldi gelmedi tartışması yapılıyor. Muhalefet fezlekenin nasıl geleceğini bilir. 950 tane fezleke var, bundan sadece Kılıçdaroğlu ile ilgili 20’ye yakın var. Bunların hepsi birikti. Fezlekeler gelir de söz konusu bakansa bir anayasaya bir baksınlar. Fezleke nasıl gelir anayasa komisyonuna, ikincisi bakanlar hakkında meclis soruşturması istemenin dışında başka bir yol var mı o anlı şanlı hukukçular ona baksınlar. Yolsuzlukla mücadele bizim varlık sebebimiz bunun arkasında değiliz. O bakanlar, çocukları, ailesi vesairesi insanları hedef haline getirip linç etmeye gerek yok. Soruşturma devam ediyor iddianame nasıl olur kovuşturma nasıl olur hep birlikte göreceğiz. Fezleke gelsin diye beklemek yerine muhalefetin yapacağı daha güzel şeylerde olabilir onları yapsınlar. 55 kişi var onları bulsunlar içerisine batırdıkları bakanlar hakkında soruşturma açılmasını isteyebilirler bunun siyasi sonucu da olur adli sonucu da olabilir. Bu yola gitmeyerek 'Fezleke niye gelmedi' diye her gün cıyak cıyak bağırmalarına gerek yok. Anayasayı okusunlar, iç tüzüğü okusunlar ne yapacaklarını göreceklerdir.

Sayfa Yükleniyor...