Sihirli sakız

Çeşme, bir zamanlar topraktan gelen sakız kokularını özlüyor. NG Türkiye, artık topraklarımızı terk eden sakızı Temmuz sayısında yazdı.

Anmadı geçenleri bir defa bile; Ne uğraşır mesut olan gelecekle? Bir avare misali, günü gününe, O bir sakızağacıydı, yaşadı sade...

Şair Can Yücel, "O bir sakızağacıydı, alelade" diye başladığı şiirinin son dörtlüğünde böyle yazmıştı. Güzelim sakız, gerçekten bu sade hayatını memnun mesut yaşadı ve ne o, ne de ona bakacak insanlar geleceğiyle ilgilendiği için, dünyada ona kucak açan bir, iki yerden biri olan topraklarımızı terk etti, gitti.

Bu yüzden yıllarca Çeşme ve civarıyla ilgili yazılarda, yaşlıların gençlere aktardığı anılarda hep bir nostalji malzemesi olarak rastladık ona. "Mübadeleden önce, Rumlar'ın yoğun olarak yaşadığı zamanlarda, Çeşme'de bağlar, zeytinlikler arasında sakızın da önemli bir yeri vardı, toprağı nerede kazsan, sakız kokardı..." diye masallar dinledik, hâlâ da dinliyoruz. Çünkü en kalitelisi dünyada bir Yunanistan'ın Sakız Adası'nda, bir de Çeşme civarında yetişen sakızağacı, modern zamanlarda artık geçmişten hoş kokulu bir esinti ya da bazı yerlerde seyir ürünüydü. Adında sakız olan evler, restoranlar, hanlar boldu Ege'de ama kendisinden pek eser yoktu. Çeşme'ye sadece sekiz kilometre uzaklıktaki Sakız Adası ise sahip olduğu 2 milyon civarında ağaç ve yılda yüz milyon dolarlara ulaşan geliriyle sakız ve ürünleri konusunda dünyada tekel oluşturmuştu. Peki, Osmanlı Sarayı'ndan günümüze ulaşan ünlü tatlıların vazgeçilmez malzemesi, bir sürü hastalığın ilacı, çikletten ilaç yapımına, diş macunundan şampuana ve sabuna pek çok ürünün özüyken, Çeşme'nin bu güzel, hoş kokulu, şifalı bitkisine ne oldu? Genellikle 1-3, nadir olarak 5 metreye kadar boylanabilen, yeşil yaprakları kışın da dökülmeyen sakız ağacı bir Akdeniz kuşağı bitkisi. Yaşam alanı, Kanarya Adaları'ndan Ege'ye uzanıyor.

'de Ege ve Akdeniz'in kıyı bölgelerinde bolca boy gösteriyor. Ama aldanmayın, bunlar yabani sakızlar. Gerçek, kimi uzmanlara göre "akıllı" sakızın, "mastik" denilen ürününün alındığı botanik varyetesi (Pistacia lentiscus var. Chia Duham.), dünyada sadece Sakız Adası'nın güneyinde ve İzmir Çeşme civarında yetişebiliyor. Sakız Adası 1300'lü yıllarda, Cenevizliler'in hâkimiyeti sırasında dünya sakız üretiminin ve ticaretinin merkezi... Yunanlar'ın Fenike dilinde sakız anlamına gelen "Chios" dedikleri ada, onu 1500-1800 yılları arasında hâkimiyeti altına alan Osmanlı tarafından Sakız Adası olarak adlandırılıyor. 300 yıl boyunca Saray'ın sakızları Ada'dan geliyor. Ağaçlar hakkında araştırmalarıyla tanınan Tuğrul Mataracı'nın anlattığına göre Osmanlı, Ada'yı bir sakız üretim merkezi olarak işletirken, Adalıları nedense hafife alır. İngiliz tüccar Bernard Randolph, 1687'de "Türklerin Sakızlılar'a saf, zekâdan mahrum insanlar gözüyle baktıklarını" yazar.

Ama o "zekâdan yoksun" Adalılar, antik çağdan bu yana sakızı üretir, geliştirir, satar, neredeyse dünyanın "sakız zengini" olur. O sakızı yetiştirebilecek iklime sahip dünyadaki ikinci ve son ülke olan Türkiye ise bütün bu zaman boyunca o sakızı sadece tüketir, çiğnemeye bayılır! Bu arada Fransız doğa bilimci Tournefort, Sakız Adası'nın tahıl ihtiyacının Çeşme'den karşılandığını belirtir ve Asya topraklarının ne kadar verimli olduğunu anlatır. Topraklar verimlidir ama işleyebilene... "Küçük Asya tahıl üretir, Ada ise artı değeri yüksek sakız. Sakızın dünya ticareti yapılır, tahıl adaya satılır" diyor Mataracı. Tarihte Sakız Adası'nın tekelini kırmak isteyenler de olur. Onlardan biri de Kristof Kolomb'dur: Ünlü kaşif bu kez yeni sakız kaynakları bulmak için yola çıkar. 1494 yılında Batı Hint Adaları'nda reçinesi gerçek sakızağacınınkine benzetilen Burseraceae familyasına ait Bursera simaruba'yı bulur ama nafile; bu keşif sakız karşısında hayal kırıklığı yaratır. Osmanlı mutfak kültüründe sakızın önemli bir yeri var. Bu miras hem ortaçağ Arap mutfağı hem de Bizans'tan geliyor. Yeditepe Üniversitesi Gastronomi Bölümü öğretim üyesi, yemek tarihçisi Özge Samancı'ya göre Ortaçağ Arap mutfağı ve Bizans geleneğinde sakız hem tıbbi yararları, hem de lezzeti nedeniyle mutfaklarda önemli bir yere sahip. Bu gelenek Osmanlı Sarayı'nda da devam ediyor.

Yazının devamını NG Türkiye'nin Temmuz sayısında okuyabilirsiniz.

Sayfa Yükleniyor...