Stres altında

National Geographic Türkiye'den unutulmaz bir yazı: Bedenimiz yoğun stres durumunda beyin ve kas kapasitesini en üst düzeye çıkararak olağanüstü bir performans sergilenmesini sağlayacak donanıma sahip. Ancak uzun vadede işler değişiyor

Stres altında

Şu anda bu satırları okuyorsanız büyük olasılıkla cüzamlı değilsiniz. Yetersiz beslenme sorununuz yok, ya da dizanterili olduğunuz için okumaya ara vererek her on dakikada bir tuvalete gitme ihtiyacı duymuyorsunuz.

Yumruk büyüklüğünde karaciğer parazitleriniz de yok. Demek ki vücudunuzun yavaş yavaş sizi yarı yolda bırakması için daha yıllar boyunca bekliyor olacaksınız. Bizler, Batı toplumlarının bireyleri, yıllar içinde gelişerek vücudumuzda hasara yol açan kalp, şeker, kanser ve felç gibi hastalıklardan ölecek kadar iyi ve uzun yaşama şansına sahibiz.

Yaşam süresi, kısmen genetik kurada şansınıza ne çıktığıyla yakından ilintili. Karaciğeriniz kolesterolle nasıl başa çıkıyor? Pankreasınızın salgıladığı insülin miktarı ne durumda? Sağlığınız, bunlardan daha ilginç sorulara vereceğiniz yanıtların ne olacağıyla da çok yakından ilgili. Sevilmediğinizi hissettiğinizde daha mı çok yiyorsunuz? Yaşamınızın kontrolünü elinizde tuttuğunuzu hissediyor musunuz? Sizinle aynı sosyal statüyü paylaşan insanlar yaşadığınız toplumun neresinde duruyor? Bu soruların sorulmasındaki amaç, stresi nasıl bir işleme tabi tuttuğunuz. Ki bu da benim otuz yıllık araştırma konumu oluşturuyor. Gerek laboratuvar çalışmaları gerekse Doğu Afrika'daki doğada yaşıyan babunlar üzerinde yaptığım araştırmalardan çıkardığım sonuç, konunun sadece organ ve hücrelerinizin strese gösterdiği reaksiyondan sağlığınızın nasıl etkilendiğinden ibaret olmadığı yönünde.

Bir diğer önemli nokta da hayatın karşınıza çıkardığı zorlu durumlarla -bu, iş yerinizdeki despot bir patron, ya da bugünlerde çoğu kişinin başına geldiği gibi işsiz ya da patronsuz kalmanız olabilir- beyninizin nasıl baş etmeye çalıştığı. Savanada bir babun da, işsiz bir memur da olsanız stres aynı zamanda, yaşadığınız toplumdaki statünüz, daha da önemlisi statünüzü nasıl gördüğünüzle de yakından bağlantılı. Stresin sizi yiyip bitirmemesi için ne yapmalı? İsterseniz önce stresin ne olduğuyla başlayalım. Vücudunuz ideal bir sıcaklığa, tansiyona, enerji için kanda gerekli glikoz seviyesine ulaşarak, dengede kalmak için hiç durmadan çalışır. Stres tetikleyiciler ise bu dengeyi bozan herhangi bir etken olabilir. Savanada yaşayan bir zebraysanız eğer, peşinizden koşup sizi avlamaya çalışan bir aslan olabilir örneğin. Kaçmak için her şeyden önce kaslarınıza gerekli gücü sağlayacak acil enerjiye gereksinim duyarsınız. Yani "stres tepkisi"nin en önemli görevlerinden biri, depolanmış enerjiyi en hızlı sürede dolaşımdaki basit hali olan yağ asidi ve glikoza dönüştüren epinefrin (adrenalin olarak da biliniyor) hormonunu salgılamak olur. Kalp atışı, kan basıncı ve solunum hızı artar. Kaslara üç yerine iki saniyede ulaştırılan enerji, doğal olarak hayatta kalma şansını artırır. Bu sırada stres hormonları, özellikle de glukokortikoidler beyni ele geçirerek duyuları daha güçlü hale getirir. Öğrenme ve hafıza yetilerini güçlü kılar. Alarm durumundasınızdır ve odaklanma kabiliyetiniz artmıştır.

Stres tepkisi bir taraftan da depolanmış enerjiyi tüketecek diğer işlevleri durdurur. Çok yavaş seyreden ve fizyolojik olarak çok enerji harcayan sindirim baskılanır. Siz bir başkasının öğle yemeği olmak gibi bir tehlike içindeyken, sabah yediğiniz kahvaltıyı sindirmeye çalışmak yerine enerjinizi daha yararlı harcayacağınız farklı alanlar mutlaka vardır. Ayrıca içinde bulunduğunuz an, öğle yemeğinizi düşünmek için de uygun bir zaman sayılmaz. Bu nedenle iştah da baskılanır. Büyüme, doku yenilenmesi ve üreme fonksiyonları durdurulur. Bir vahşi hayvandan tabana kuvvet kaçarken yumurtlamanın, sperm üretmenin ya da boynuz büyütme projesine başlamanın zamanı değildir. Öte yandan yaralanma ihtimaline karşı hazırlık yapmanın tam zamanıdır. Ve bağışıklık sisteminin defans (savunma) mekanizması, enfeksiyona karşı hızla hazırlığa geçer. Trombosit denilen kan hücreleri yapışkan hale gelir ve birbirine tutunarak kanın pıhtılaşmasına neden olur. Amaç, olası bir yaradan akacak kan miktarını azaltmaya çalışmaktır. Ve beyinde, muhtemelen acıyı engellemek üzere, zevkle ilgili bir kimyasal olan dopamin salgılanır. Bir hayvan tarafından saldırıya uğrama tehlikesi pek azımız için geçerli. Ama hızla giden bir araçtan paçayı kurtarmak ya da kar fırtınasında eve doğru araba sürerken tetikte olmak için çok büyük çaba sarf ediyoruz. Sorun, stres tepkisini sadece kısa süreli bir kriz anında değil, trafikte sıkıştığımızda, ödemeler konusunda endişelendiğimizde ya da geçmişteki bir travma veya eninde sonunda gelecekte bir yerde bizi bekleyen ölüm gibi daha sofistike konular hakkında endişelendiğimizde de kullanıyor olmamız. Öyle akıllıyız ki, stres tepkisini korku filmi izlerken bile harekete geçiriyoruz. Bunda bir sorun yok. Ancak stres tepkisini kronik olarak harekete geçirirsek işte o zaman karşımıza farklı bir sağlık tablosu çıkıyor. İlk önce kardiyovasküler sisteminizden başlayalım. Eğer kan basıncınız sürekli yüksekse, kanın şiddetli akışının yarattığı dalgalanma damarların çeperinde mikroskobik bir zedelenmeye yol açar. Metabolik stres tepkisiyle harekete geçen yağ, glikoz ve kolesterolün şimdi zedelenmiş damara yapışma ihtimali de daha yüksek. Kanın pıhtılaşmasını sağlamak için yapışkan hale gelen trombositleri hatırlıyor musunuz? Onlar da bu yaralı alana tutunarak problemi daha da kötü bir hale getiriyor. Tüm bu etkiler damarları tıkayan plakaların oluşma olasılığını artırarak kardiyovasküler hastalığa yakalanmanızı garanti altına alıyor. Kalbiniz böyle, peki ya beyin? Stres tepkisinin en başında sizi daha uyanık kılan stres hormonları, önemli ve uzun süreli bir stres durumunda tamamen tersi bir etki gösterebilir. Beynin heyecan ve korku merkezini içine alan bölgesi amigdaladaki nöronların aşırı aktive olmasına neden olan glukokortikoidler nedeniyle, anksiyeteye eğilimli bir kişi haline gelirsiniz. Buna ek olarak nöronlar, beynin en fazla öğrenme ve hafızayla ilgili olan bölgesi hippokampus ile muhakeme merkezi olan frontal korteksi de negatif yönde etkiler. Dolayısıyla öğrenme ve karar verme yetileri yara alır.

Beynin hoşnutlukla ilgili bölümlerindeki dopamin yoğunluğu azalarak sizi depresyona daha açık hale getirir. Stres tepkisinin "problemleri halletmenin zamanı şimdi değil, sonra yaparsın" şeklindeki mantığının sürekli tekrarlanması, örneğin ülsere neden olan Helicobacter pylori adlı bakterinin yol açtığı zararın hiçbir zaman geri döndürülmemesi demek olur. Kadınlarda üreme fonksiyonunun baskılanması yumurtlamayı aksattığı gibi, döllenmiş yumurtanın rahime tutunmasını da zorlaştırır. Erkekler düşük düzeyde testosteron seviyesine ve azalan sperm sayısına maruz kalır. Ereksiyon sağlanımı çok zorlaşabilir. Ama daha da kötüsü var. Eğer fazla kilolu ve hareketsiz bir kişi iseniz -Batı toplumlarındaki olağan senaryo- kronik stres, yağ hücrelerinizin, insülinin yağ biriktirme etkisine karşı koymasına ve böylece yağ ve glikozun kan dolaşımında kalarak damarlarınıza her türlü zararı vermesine neden olur, yetişkin şeker hastalığına yakalanma riskini artırır. Ve stres tepkisi başta bağışıklık sisteminin bir büyük viteste çalışmasına neden olsa bile, uzun vadede işlevini bastırır. Yapılan araştırmalar, sık uçuk çıkmasına neden olduğuna ve basit soğuk algınlığı ve enfeksiyöz mononükleozise (öpücük hastalığı) yakalanma riskini artırdığına dair önemli ipuçları veriyor. Hatta AIDS hastalarının bağışıklık sistemini zayıflatma ihtimali var. Bununla birlikte stres ile kanser arasında sadece küçük bir ilişki var. Nihayet iyi bir haber... Her akıl aynı değil Şunu bir dinleyin. Topluluklara hitap etmekten çekinmem hatta motive edici bulurum. Ama sahneye bir rol için çıksaydım heyecandan ter içinde kalırdım. Yükseklere tırmanmaktan korkmam ama dalma düşüncesi dahi beni ürkütüyor. Piyanoda yavaş bir parça çalmak beni sakinleştirir ama meditasyon yapmayı deneseydim eğer sıkıntıdan ve ajitasyondan saçma sapan konuşmadan duramazdım. Şüphesiz tam tersi kişiliğe sahip olan okuyucular vardır. Trafik sıkışıklığı, gerilim dolu bir kitap, çekici bir yabancıyla konuşmaya girme isteği gibi durumlar neden bazılarımızda psikolojik strese yol açarken diğerlerini etkilemiyor? İlk önce bir deneyimi stresli yapan psikolojik nedenler üzerinde durarak başlayalım. Denek kişinin bir odada tek başına oturduğu klasik bir deneyi ele alalım. Arada sırada, kan basıncını artıracak kadar yüksek tonda bir sese tabi tutulsun. Yan odada yine aynı şiddetli sese maruz kalan ikinci bir kişi oturuyor. Ancak bu kişiye, bir düğmeye sürekli basması halinde büyük ihtimalle sesin azalacağı söyleniyor. Gerçekte düğme hiçbir işe yaramıyor ama teste tabi olan kişi düğmeye basmakta devam ederken şöyle düşünüyor: Bir de bunu yapmasaydım şu lanet olası ses kim bilir kaç kez ötecekti. Diğer bir deyişle kontrolü elinde tuttuğunu düşünüyor. Ve biliyor musunuz ne oluyor? Tansiyonu yükselmiyor. Düğmeye basma zahmetinde bulunmasa bile sadece orada olduğunu ve basabileceğini bilmesi dahi söz konusu kişinin kan basıncının düşmesine neden oluyor.
Yazının devamı National Geographic Ocak ayı sayısında...

Sayfa Yükleniyor...