Türkiye'de laiklik nereye gidiyor?

"Ülkesindeki şartlardan bahseden bir Türk kadınını dinledikten sonra, bu ülkenin "Türkiye İslam Cumhuriyeti"ne dönüştüğü izlenimi edindim."

Ülkesindeki şartlardan bahseden bir Türk kadınını dinledikten sonra, bu ülkenin "Türkiye İslam Cumhuriyeti"ne dönüştüğü izlenimi edindim. Konuştuğum kişi, devletin laiklere zulmüne, genç kızların Anadolu’da kısa kıyafetlerle gezemeyeceğine, Ramazan ayında yemek yenilemeyeceğine dair uzun bir şikayet listesi oluşturmuştu. Devletin, Alevi, Kürt ve laik kişilerin sahibi olduğu ticari ve sanayi kurumlarıyla anlaşmalarında ayrımcılık yaptığını da savundu bu kişi.

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan dini özgürlükler seminerindeki konuşmacılardan biri, Türkiye’deki laik devlet modelini ABD ve Fransa’yla karşılaştırıyor ve Türkiye’deki laikliğin tek bir nokta dışında Fransa’daki radikal laikliğe yakın olduğu sonucuna varıyordu. Bu fark Türkiye’deki dindarlaşma düzeyinin daha yüksek, laikliğe desteğin ise minimum düzeyde olmasıydı. Buna örnek olarak Fransızların dörtte üçünün okullarda başörtü yasağını desteklerken, Türklerin dörtte üçünün okullarda, üniversite ve kamu alanlarında başörtüye izin verilmesini desteklemesi gösterildi. 

Katılımcılardan biri, laiklerin dini akımın yükselişine yönelik endişelerinin haklı gerekçeleri olmasına rağmen, yukarıda bahsettiğim kadının sözlerini abartılı bularak, eleştiren bir yorum yaptı. Laiklerin veya azınlıkların zulme uğradıkları iddialarının gerçeklerden uzak olduğunu ilave etti. Bir başka yorumcu Erdoğan hükümetinin, Kürt grupların haklarını tanıyan ilk hükümet olduğunu, iddia etti.

Bir üçüncü yorumcu Erdoğan hükümetinin dini azınlıkların haklarını destekleyen yasalar çıkardığını, ancak laik muhalefetin buna karşı çıktığını ve hatta yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurduğunu ifade etti. Bu yorumcuya göre laik kurumlar, Müslümanlar benzer haklar istemesin diye Hıristiyanların ve diğerlerinin haklarına da itiraz ediyor.

Geçen ay Birmingham Üniversitesinde verdiğim konferans sonrası bir Türk öğrencinin bu tür endişelerini dinledim. Öğrenci, Erdoğan hükümetinin iktidara gelişinin kadınlar üzerinde, başörtü takmaları yönünde sosyal baskılara sebep olduğunu belirtti. Buna yanıtım şöyle oldu:

"Dindarlaşma yönündeki sosyal baskılar Mısır, Suriye, Tunus gibi, hükümetlerinin İslamcılık eğilimine düşman olduğu ülkelerde de var. Aynı şey başka toplumlarda kızların kısa kıyafetler giymesi veya erkeklerin uyuşturucu kullanması ve cinsel ilişkiye girmesi yönündeki baskılar için de söylenebilir. Bu durumda hükümetler kınanamaz veya övülemez."

İstanbul seminerinde bazı konuşmacılar ordu ve istihbaratla ilişkili devlet içindeki bazı gizli organlara dikkat çektiler. Bu ise komplolar, komplocular ve onları buna iten etkenler etrafında sert bir tartışma yarattı.

Bu tartışma bana on yıldan fazla bir süre önce İstanbul’a yaptığım geziyi hatırlattı. Gezi sırasında Kemalist gazeteciler İslamcıların yükselişiyle birlikte Türkiye’de demokrasinin geleceği etrafındaki söyleşiler dizisi içinde bazı sorularla etrafımı sarmıştı. İçlerinden bazıları benim onların bu sorularına yönelik şaşkınlığıma, İslamcıların durdurulmadıkları takdirde yirmi yıl içinde iktidara gelecekleri endişesini ifade ederek karşılık vermişlerdi. Duyduklarıma göre iş bitmiş ve Türkiye dönüşü olmayan şekilde değişmiş.

Yaşanan devrimsel değişimin işaretlerinden biri olarak gazetelerde Kemal Atatürk’e saldıran ve onun dönemini geri kalmışlıkla suçlayan bir liberal aydınla ilk defa görüşmüştüm. Adam cezaevinde yatmış, üniversitedeki işinden uzaklaştırılmış ve bir yıldan fazla bir süre sürgünde yaşamak zorunda kalmış. Fakat İstanbul’a dönmüş ve ‘laik milletin tanrısına’ saldırdığı için oldukça mutlu olduğunu ifade ederek, tutumunu sürdürüyor.

Değişmeyen tek şey İstanbul’un muhteşemliği ve büyüsü. İstanbul doğanın büyüsü ile her metre karesinden tarihin kokusu yayılan büyük bir müzeye benzemesi açısından neredeyse tek başına dünyanın büyük kentleri arasındaki bir doku. İstanbul’da bu durumdan şikayet eden tek bir kişi görmedim. Taksi şoföründen bizleri ağırlayanlara kadar herkes İstanbul’un sakinlerinden olmalarından dolayı mutluluklarını ifade ediyorlar ve İstanbul’dan ayrılıp nimetlerinden mahrum olacağımız için bizlere acıyorlar. Allah’tan bu nimeti devam ettirmesini ve halkını tatmaya başladıkları özgürlük nimetini arttırmasını diliyoruz.

* Londra’da Arapça yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi, İngiltere’de yaşayan Sudanlı akademisyen, 24 Nisan 2009, Arapçadan çeviri: HALİL ÇELİK

Sayfa Yükleniyor...