300 Spartalı...

Nasıl ki bizden daha iddiasız rakipleri fazlasıyla küçümsüyoruz (Moldova gibi), bizden daha iddialı rakipleri de gözümüzde fazlasıyla büyütüyoruz (İspanya gibi)!

300 Spartalı... - 1

Aslında milli takım konusunda herhangi bir şey yazmamaya kararlıydım. Çünkü iki senedir aynı şeyleri yazmaktan sıkılmıştım açıkçası. Ancak dün gazeteleri açtığımda, bazı oyuncularımızın, mağlubiyetleri İspanya'nın gücüne veya bireysel hatalara bağlayan açıklamalarını görmek beni deli etti.

Neydi bahsettikleri bireysel hatalar? Nihat'ın kaçırdığı goller mi? Yoksa İbrahim'in elleri mi? Belki de Sabri ve Gökhan'ın geriye dönmeyişi… Eğer İspanya yenilgilerini 3-5 tane beceriksizliğe bağlıyorsanız olayın bütününü kaçırıyorsunuz demektir. Futbolun saniye saniye yaşanan olaylarıyla, alınan kararlarıyla bir bütün olduğunu... Ancak bunlardan da öte, belirli alışkanlıklarınızın sahadaki davranışınızı nasıl etkilediğini…

Bir kere yaşadığımız şu çelişkiden bahsedelim: Nasıl ki bizden daha iddiasız rakipleri fazlasıyla küçümsüyoruz (Moldova gibi), bizden daha iddialı rakipleri de gözümüzde fazlasıyla büyütüyoruz (İspanya gibi)! Üstelik ikisi de aynı etkiyi yaratıyor. Her ikisi de bizi gerçeklerden uzaklaştırıyor. Sonra da kafamızda oluşturduklarımızla sahada yaşananlar arasındaki fark bizi şaşırtıyor.

Bakmayın siz İspanya karşılaşmaları öncesi 300 Spartalı'dan alınmış efektlerle bezenmiş nutuklara. Birçok yazar bunları gereksiz bir milliyetçilik gösterisi olarak algıladı. Ancak benim için anlamı şuydu: “Kendimize çok güvendiğimiz için zayıf rakiplerimizi ciddiye almadık ve puan kaybettik. Şimdi yumurta kapıya dayandı. Hem de en zor rakip karşısında. Tüm millet motive olmalıyız…”

Oysa İspanya'yı bu kadar büyütmemize gerek yoktu gözümüzde. Hatırladınız mı, onların şampiyon olduğu turnuvada biz yarı final oynamıştık. Üstelik iyi bir yarı final oynamıştık. Şimdi o kadronun en önemli oyuncuları, Puyol ve Iniesta, hatta Fabregas ve Villa yok. Torres, Hakan Şükür'ün ilk günleri gibi. Silva yedeğe düşmüş. Hele ki, rakip İstanbul'a “bizim kazanmaya ihtiyacımız yok, Türkler düşünsün” havasında gelmiş. Ve biz bu İspanya'yı gözümüzde Goliath yaptık. Öyle ki, kazanırsak oyuncularımız destan yazmış olacaktı.

Oysa İspanya'yı yenmenin formülünü, aynı sistemi onlardan daha iyi oynayan Barcelona'nın teknik direktörü Guardiola açıklamıştı, Atletico'ya 4-3 kaybettikleri gece: “Kaleye direk oynayan ve topun bizde kalmasına izin vermeyen takımlara karşı zorlanıyoruz.” Bu kadar! Kolay değil ama bunu yapacak kapsitemiz var.

Biz ne yaptık? Oyuncuların ayakları titremesin diye, Barnabeu'ya “baskın basanındır” taktiğiyle çıktık. 20. dakikada enerjimizin yarısını tükettik. Yetmedi ikinci yarının 10. dakikasında da kalanını tükettik. O arada gol atsak da farketmezdi. Çünkü geri kalan dakikaları “kedi-fare” ilişkisi içinde geçirmeye mahkumduk. Erken sonuç almak mı? Bu seviyede zaten böyle bir şansınız yok! İkinci karşılaşmanın son dakikalarında yaşanan olaylara (yoksa hayaller mi demeliyim) girmiyorum bile...

Maçların sonrasına gidelim: Bizim yarı final oynadığımız turnuvaya katılamayan İngilizlerin, orada yarı finale gelemeyen Hollandalıların, Fransızların, Portekizlilerin veya İtalyanların bu şartlarda “yenildik ama aslanlar gibi mücadele ettik” diyebileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da “İspanyollar diyor ki, onları en çok biz zorlamışız” türünde haberler yapacağını…

Anlatmak istediğim şu: Bir yanda, Dünya Kupası'nda büyük işler yapacağımızdan bahsediyoruz. Bir yanda, geçen seneki yarı finali sonuna kadar hakettiğimizi savunuyoruz. Ancak diğer yanda “rakip çok güçlüydü, elimizden geleni yaptık, ancak en ufak bireysel hataları affetmediler”gibi şeyler söyleyebiliyoruz. Artık bir karar verelim. Kendimizi tanımaya çalışalım… Ve kendimize soralım: Hatalar gerçekten bireysel mi yoksa çok daha bütünsel mi?

Sayfa Yükleniyor...