Beşiktaş

Pazartesi akşamı haberlere düşen altı birbirine benzemez isim (Schuster, Pellegrini, Magath, Lucescu, Koeman ve Ramos) içinden kimi seçerlerse seçsinler ilginç bir transfer sezonu Beşiktaş’ı bekliyor olacak.

Beşiktaş - 1

Beşiktaş 2008-09 sezonunu çifte kupayla bitirdiğinde Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar Beşiktaşlılar’ı “Ortalıkta biz yokken Sivas’ı geçip şampiyon oldunuz” diye kızdırıyorlardı. Son 2-3 sezondur şampiyon olmaya yeten puan yekünü de düştüğü için, bu sataşmalara sadece şaka gözüyle bakmamak lazımdı. Ama çoktandır duble görmeyen bir ligde bu söylem ancak bir noktaya kadar savunulabilir.

Beşiktaş kadro yapısı olarak farklı bir takım. Rakiplerine göre değerlendirildiğinde oynamaya çalıştığı oyun tarzıyla elindeki oyuncuların tarzı arasında fark olan bir ekip. Bu bilinçli bir tercih mi yoksa hep sorgulanagelen transfer politikasının bir sonucu mu bu durum belki de Pazartesi akşamı açıklanan teknik direktör listesinden çıkacak isimle netleşecek.

2008-09 sezonu da Beşiktaş için çok şahane başlamamıştı. Ocak transferinde Mustafa Denizli’nin Ernst ve Yusuf hamleleri Beşiktaş’a önemli bir avantaj kazandırdı. Tello, Holosko, Nobre, Bobo gibi Türkiye ligleri için yeter de artar bir hücum hattına sahip Beşiktaş savunma hattında da Terim’le küs olmasa millilik sayısı kaydadeğer rakamlara ulaşmış olacak Toraman’a, hep hor görülmesine rağmen “Oynat, oynasın” İbrahim Üzülmez’e sahipti. Delgado gibi gol pozisyonu zenginliği sağlayan bir isme rağmen orta sahanın ortasında eksik oldukları karakter Ernst’le kazanılınca ibre döndü.

2009-10 sezonuna başlarken ise Demirören’in Nihat’ın gelişini bile örten Tabata inadıyla süslenen yaz transfer döneminde, Ernst’in oyun karakteri olarak neredeyse ikizi olan Fink’in alınması çok dikkat çekmedi. İlk bakışta orta sahaya duvar örülmüş izlenimi veren bu transfer Beşiktaş’ın oyun yapısındaki yaratıcılıktan iyice çalmasıyla dikkat çekmeliydi oysa ki. Olmadı. Tabata’nın bir türlü takıma tam zamanlı katılamaması, onun imzalanması için sakatlığı bahane edilen Delgado’nun verdiği ortalama katkıdan da mahrum kalınmasına neden oldu. Bütün bunlara yuvaya dönen Nihat’ın taraftar ve kendi kendine oluşturduğu baskının altından kalkamaması da eklenince Beşiktaş kısırlaştıkça kısırlaştı.

Buna rağmen şampiyonluk yolundaki iki rakibi galibiyetleri dizerken suskun kalan siyah-beyazlılar dağılmadı ve onların yakaladığı sekiz maçlık galibiyet serisini ligin ilk yarısı biterken yakalayarak zirveden kopmadı.

Ekrem gibi McGyver misali, nereye koysan oynayan bir oyuncuya sahip olmaları özellikle savunma ve orta sahada kadro esnekliği sağladı. Ancak Nobre ve Holosko’nun formsuzluklarına Bobo’nun da geç açılması eklenince Beşiktaş ikinci yarının başında da puan açısından vasat bir performans sergiledi. Ferrari, Toraman’la iyi bir ikili oldu ve belki de Beşiktaş için sezonun en olumlu transferiydi ama Beşiktaş kaybettiği puanları yediği gollerle değil atamadığı gollerle kaybetti ve Saracoğlu’ndaki Fenerbahçe yenilgisiyle havlu attı.

Üç büyüklerin, hatta zaman zaman cılız kalsa da Trabzonspor’un da takip ettiği yolu izledi Beşiktaş Saracoğlu’ndaki bu yenilgi sonrası, koskoca sezonu tek maça bağladı, o maçı da hakeme. Sesi çok çıkanın haklı, sessiz çıkanın “Var bir suçu ki, susuyor” diye nitelendiği ortamda Fenerbahçe de sessizliğiyle bu ortamda ekmeğe yağ sürdü. Fenerbahçe ise o Beşiktaş’a sezon bittiğinde başka bir yerden saldırmayı seçti. Alayı çirkin bunların ama bırakılmıyor bu alışkanlıklar.

Sezon biterken son maçta ezeli rakibinin şampiyon olması bir nebze de olsa Beşiktaş’ın elindeydi. Karşılıklı husumet beslediği Bursaspor karşısına çıkarken kafalar karışıktı tabi. Birbirlerinin stadına seyirci götüremeyen Beşiktaş’la Bursa arasında oynanacak maç nasıl geçecekti? Kendi küme düşmesinden sorumlu tutup kin besleyen Bursaspor’la oynarken kazanıp kendi açısından rövanş ve intikam alıp, tüm sezonu bitirdiği maçta yenildiği ezeli rakibini şampiyon mu yapacaktı, yoksa zaten sezonu bitirmişliğiyle çok direnemeyip tersine mi imza atacaktı.

Sonuçta şampiyon Bursaspor oldu, kazanan haklı, kaybeden mutsuz oldu. Beşiktaş ise alamadığı galibiyetle belki en çok kendini baltalamış oldu çünkü Galatasaray’ın geçen sezonki performansına bahane ettiği sezonu erken açma durumu şimdi onların başında. Teknik direktör pozisyonlarını koruyabilmiş olsalar belki de üzerine inşa edilebilecek bir kadroları var ancak yazının başında değindiğim, Pazartesi akşamı haberlere düşen altı birbirine benzemez isim (Schuster, Pellegrini, Magath, Lucescu, Koeman ve Ramos) içinden kimi seçerlerse seçsinler ilginç bir transfer sezonu Beşiktaş’ı bekliyor olacak.

Tarzları tamamen birbirinden farklı bu altı isim neye göre belirlenmiş onu bu isimlerde karar kılan Beşiktaşlı yöneticilere sormak lazım. Ellerindeki kadro üç aşağı beş yukarı belli, Quaresma girişimlerinin sonuçsuz kalmış olmasının Yıldırım Demirören’in iştahını başka isimler için kabartacağını tahmin etmek de zor değil. Büyük turnuvaların olduğu yazlarda transfer işleri daha değişik yürüyor ve Fenerbahçe gibi, Beşiktaş için de öncelik takımın patronunun kim olacağının belli olması olmalı. Arkasından eldeki kadroda yeni hocanın oyun tarzına göre ortaya çıkacak eksiklerin giderilmesi için akılcı bir transfer politikası güdülmesi gerekiyor.

Bu ligin zirvesi mini yazı dizisinin başında söylememiz gerekeni bir kez de sonda söyleyelim; Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın her sezon yaz transfer sezonunda bu hoca bulma, sistem belirleme ve ona göre oyuncu transferi peşinden koşma rutininden vazgeçmesi gerekiyor aslında. En küçüğü 103 yaşında bu üç kulübün futbol şubelerinin daha düz bir yolda ilerlemeleri gerekiyor. Kazanılan veya kaybedilen her şampiyonlukta kritik rota değişimleri yapmayı bırakmaları gerekiyor. Bunu yapamadıkları sürece kendi aralarında didişirlerken yeni yeni Sivas’lar, yeni yeni Bursa’lar çıkması kimseyi şaşırtmamalı.

Sayfa Yükleniyor...