Her liseli LeBron değil

NBA tarihinde erken profesyonel kararı almış birçok oyuncu var. Ancak bunların hepsi LeBron James, Kobe Bryant ya da Dwight Howard kadar şanslı değil. Büyük umutlarla üniversiteyi “es geçen” yıldız adaylarının bazılarının hayatı hayal kırıklıklarıyla dolu.

Her liseli LeBron değil - 1

LeBron James, Kobe Bryant, Dwight Howard ve Kevin Garnett… Sahaya yansıttıkları olağanüstü basketbol, bir o kadar şişkin banka hesapları ve şöhretli olmalarının haricinde bu dört all-star’ın bambaşka bir ortak özelliği daha var: Hepsi lise diplomalarını alır almaz üniversiteye gitmek yerine profesyonel olmayı tercih etmiş basketbolcular. Elde ettikleri başarılara göz atılırsa, doğru yolun bu süper yıldızların tercih ettikleri yol olduğu söylenebilir.

İşin aslı pek öyle değil.

Üniversitede bir yıl bile geçirmeden NBA’e gitme kararı alan bu adamlar, eğitim yerine profesyonel kariyeri tercih etmiş uzunca bir listenin başarılı ve bir o kadar da şanslı istisnaları. Ne yazık ki liseden sonra profesyonelliği tercih eden her oyuncu LeBron, Kobe veya Garnett gibi başarılı olamıyor. Tarihe baktığımızda 1962 yılından bu yana lige adımını atmış birçok liselinin başarısız olup, “harcandığını” görmek mümkün. Bu konudaki her başarılı örnek için birçok harcanmış hayat sayılabilir.

1962 yılında pivot Reggie Harding, Detroit Pistons tarafından draft edilince “liseden draft edilen ilk oyuncu” unvanıyla tarihe geçti. Harding bir sezon sonra, 1963-64’te başladığı profesyonel kariyerini yalnızca dört sezon sürdürebildi. Detroit’ten sonra kısa bir süre Chicago Bulls’ta oynayan Harding, yalnızca 205 maç oynadığı NBA kariyerinde 9 sayı ve 9.1 ribaund ortalamaları tutturabildi. Saha dışında yaşadığı problemlerin yanı sıra, uyuşturucu bağımlılığı yüzünden kariyeri erken biten Harding, 1972 yılında henüz 30 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.

Harding’den sonra 1975 yılına kadar NBA’de hiç liseli oyuncu olmadı. 1975 Draftı’nda lige adımını atan iki oyuncu Darryl Dawkins ve Bill Willoughby, hiçbir zaman beklenen patlamayı yapamadılar. Beşinci sıradan seçilen Dawkins, olağanüstü atletik yetenekleriyle dikkat çekiyordu. Pota kıran smaçlarıyla ünlenen Dawkins, kumar ve alkol sorunları yüzünden benzersiz yeteneklerine rağmen hiçbir zaman all-star seviyesine bile çıkamadı. 2007 yılında İstanbul’a geldiğinde konuşma fırsatı bulduğumuz Dawkins, “Kolejde oynamadığım için pişman değilim. Ancak o potaları önce üniversitede kırıp sonra profesyonel olsam, şimdi Kareem Abdul-Jabbar’ın yanında beni de konuşuyor olurdunuz.” demişti.

1974 yılında liseden mezun olan 2.08 boyundaki bir pota altı oyuncusu, ABA takımlarından Utah Stars ile profesyonel kariyerine adım attı. 1976’da ABA ile NBA’in birleşmesiyle bu genç adam, lig tarihindeki ikinci liseli oldu. Moses Malone, daha çok Houston ve Philadelphia formalarıyla tanınırken, 1995 yılına kadar süren kariyerinde NBA tarihinin en önemli isimlerinden biri oldu. İlk tur 19. sıradan seçilen Bill Willoughby ise altı yılda sekiz takım değiştirerek hiçbir zaman hayallerini gerçekleştiremedi.

Willoughby yüzünden NBA takımları liselilere çok daha temkinli yaklaşmaya başladı. Öyle ki, 1995 yılına kadar hiçbir lise oyuncusu NBA draftı’nda seçilmedi.



Ancak 1995 draftı’nda bir istisna vardı. Chicago’daki bir devlet lisesinde oynayan, uzun ama sıska bir çocuk tüm Amerika’nın dikkatini çekmişti. Yaşıtlarına göre uzun boyu, yaptığı smaçlar ve sahadaki enerjisiyle dikkat çeken bu genç yıldız adayına Amerikan basınının “Çocuk” (The Kid) lakabını takması uzun zaman almadı. Çocuğun adı Kevin Garnett’ti ve Farragut Academy’nin parkelerinde yaşının çok ötesinde bir basketbol oynuyordu. Kevin Garnett, takım yöneticilerinin liseslilere bakışını değiştiren isim olmak için NBA’e gitme kararı aldı. KG, 1995 Draftı’nda Maryland’in süper yıldızı Joe Smith’in yanı sıra, Alabama’lı Antonio McDyess ve North Carolina’lı Rasheed Wallace gibi NCAA’in olağanüstü pota altı oyuncularının ardından beşinci sırada seçildi. Sonrasını biliyorsunuz zaten... Adını NBA tarihinin en iyileri arasına yazdıran KG, 13 kez all-star maçında yer almasının yanında, ligin en değerli oyuncusu, yılın savunmacısı, olimpiyat altın madalyası sahibi ve lig şampiyonu gibi unvanları bileğinin hakkıyla elde etti.

Willoughby’nin yarattığı hayal kırıklığı nasıl 20 yıl boyunca liselilerin yoluna taş koyduysa, Garnett’in NBA’e giriş yapması tüm lise mezunlarına yeşil ışık yaktı.

Garnett sayesinde 1996 yılında liseli iki yıldız adayı daha lige giriş yaptı. Basketbol sahasındaki yeteneklerinin yanı sıra, medyatik kişiliğiyle daha lisedeyken basının ilgisini çekmeyi başaran Kobe Bryant, bu isimlerden şüphesiz ki en çok dikkat çekeniydi. Lise mezuniyet törenine ünlü şarkıcı Brandy ile giden Bryant, daha draft gecesinde başladığı kaprisleriyle NBA yöneticilerini bezdirmeyi başardı. 17. sıradan seçilen Kobe, kendisini draft eden Charlotte Hornets yönetimine “Ben Lakers’ta oynamak istiyorum” diye diretince, Genel Menajer Bob Bass, all-star pivot Vlade Divac karşılığında Bryant’i Lakers’a postaladı. 18 yaşında lige adımını atan Kobe, yeteneklerine rağmen kişilik sorunları yüzünden kısa sürede olgunlaşamadı. Önce “NBA’in logosu” Jerry West, sonra da “Michael Jordan’ı şampiyona dönüştüren koç” Phil Jackson; bu bencil çocuğa egolarını kontrol etmelerini öğreterek önemli bir basketbolcunun temellerini attılar. Kobe kişisel sorunlarıyla zaman zaman ön planda olsa da belki de lig tarihinin en önemli oyuncularından biri haline geldi.



Bryant ile aynı yıl draft edilen diğer liseli, Jermaine O’Neal’dı. Portland Trail Blazers’ın kalabalık uzun rotasyonunda ilk zamanlar kendisine yer bulamasa da, sonrasında all-star seviyesine kadar yükselecek bir kariyere sahip oldu O’Neal. Zaman zaman iniş-çıkışlar yaşamasına karşın, ligin seçkin pota altı oyuncuları arasında yer aldı. Buna rağmen O’Neal, hayatı boyunca 2004’teki meşhur Detroit-Indiana kavgasının baş aktörlerinden biri olarak hatırlanacak. Jermaine O’Neal’ın taraftara sahanın ortasında attığı yumruk, NBA tarihinin en utanç verici anlarından biri.

Aynı kavganın bir diğer başrol oyuncusu, Stephen Jackson da liseden sonra NBA’e geçiş yapanlardan. 1997 Draftı’nda ikinci turdan seçilen Jackson, Ron Artest’le birlikte tribünlerde taraftar döven, bir gece kulübünün çıkışında silahlı çatışmaya giren, antrenörüyle tartışan bir kişiliğe sahip olsa da; herkesin kabul ettiği üzere iyi bir basketbolcu. Kim bilir, belki de yeteneklerini doğru bir tavırla birleştirseydi, şu anda “LeBron mu Kobe mi?” tartışmaları arasında onun da adı geçiyor olacaktı.

Jackson ile birlikte 1997 NBA Draftı’nda lige adımını atan bir diğer kişi, Tracy McGrady’di. Olağanüstü yetenekleri sayesinde çok iyi sezonlar geçiren T-Mac, kariyeri boyunca play-off ilk turunu geçemedi. McGrady’deki kazanma hırsı hep tartışmalara konu olsa da, bu kadar ağır sakatlıklar yaşamış bir oyuncunun psikolojisini de hesaba katıp, T-Mac’e daha adil davranmak gerekir.

1998 NBA Draftı’nda lige üç liseli oyuncu daha adımını attı. Al Harrington ve Rashard Lewis, bu yılın en başarılıları. Uzun soluklu NBA kariyerine sahip iki skorer forvet, yeteneklerini sahaya yansıtma konusunda pek sorun yaşamadılar. Ancak aynı draft’ın diğer liselisi Korleone Young, belki de tarihin en başarısız liselisi olarak öne çıktı. Üniversiteye gitmeden erken profesyonel olma kararı alan Young, iyice hesaplanmamış bir kariyer başlangıcının ardından; Çin’den Avustralya’ya, Rusya’dan İtalya’ya, İsrail’e kadar farklı ülkelerin takımlarında sürdürdü kariyerini. Müthiş atletizmiyle bilinen ve büyük potansiyeliyle dikkat çeken Young, kendisine Avrupa’da bile bir yer edinemedi.



1999’dan itibaren liseliler ligi istila etmeye başladı. O yıl draft’ın ilk turunda beşinci sıradan Jonathan Bender ve 29. sıradan Leon Smith dikkat çeken isimlerdi. Bender hem karakteri hem de oyunculuğuyla özel bir isim olma yolunda ilerlerken, art arda gelen sakatlıklar yüzünden kariyeri bitme noktasına geldi. Onun hayatının dönüm noktası Katrina Felaketi oldu. “Basketbolu bıraktım” dedikten sonra New Orleans bölgesindeki felaketi yaşayan, ardından da uzun süre orada kalan Bender, felaketzedelere yaptığı yardımlarla hayata döndü. Orada yaşadıklarının ardından yeniden basketbola dönme kararı alan Bender, şimdilerde New York Knicks kadrosunda yer alıyor. Leon Smith ise parke üzerinde yaptıklarıyla değil de; 250 aspirini aynı anda yutmaya çalışarak intihara teşebbüs etmesinden tutun, eski kız arkadaşı Cappie Pondexter’ı ölümle tehdit etmeye kadar büyük problemlerle basının gündemine geldi. Adı hiçbir zaman basketbolla anılmadı...

Lisedeyken büyük gürültü koparan iki isim, Darius Miles ve DeShawn Stevenson da 2000 Draftı’nda lige giriş yaptılar. Darius Miles, tıpkı Bender gibi sakatlıklardan çok çekti. Ancak Bender gibi şanssız olduğunu söylemek mümkün değil, zira Miles sağlıklı dönemlerini de “kronik tembellik” ve uyuşturucu problemleriyle geçirdi. DeShawn Stevenson ise zaman zaman polisle başı derde girse de, savunmacı rolünü benimseyerek NBA’de kendine uzun ve başarılı bir kariyer yarattı.

2001 Draft’ında liselilerden başka bir şey konuşulmuyordu. “Uzunlar geç olgunlaşır” tezinin aksine, ilk dört sıradan üç liseli pivot lige adımını attı. Georgia eyaletinin küçük bir şehrinden gelen Kwame Brown, başkent Washington’da “Michael Jordan’ın birinci sıradan seçtiği adam” etiketini kaldıramadı. Vasat bir uzun olarak dokuz yıldır ligde yer alan Brown, tarihin en kötü birinci sıra seçimlerinden biri olarak gösteriliyor. Kim bilir, belki de profesyonel olmak yerine söz verdiği gibi Florida Üniversitesi’ne gitseydi, kolejde David Lee ile aynı takımda oynayacak, Joakim Noah ve Al Horford gibi iyice hazırlandıktan sonra NBA’de daha başarılı olacaktı. İkinci sıradan seçilen Tyson Chandler, belki ribaund ve blok uzmanı olarak kendine bir yer buldu, ancak hiçbir zaman potansiyeline ulaşamadı. Dördüncü sıra seçimi Eddy Curry, tembellik konusunda yazdığı tezin ardından, kariyerinin büyük bir bölümünde antrenörden çok diyetisyenle çalıştı. Buna rağmen 2008’den bu yana 10 kez sahaya çıkan 2.11 boyundaki Curry, son yıllarda 150 kilo barajının altına pek düşmedi. 2001 Draftı’nın hayal kırıklıklarından biri de DeSagana Diop oldu. Sekizinci sıradan seçilen Diop, düzgün karakterine ve çalışkanlığına rağmen hiçbir sezon ortalama 19 dakikadan fazla sahada yer alamadı. Aynı yıl ikinci turdan seçilen Ousmane Cisse ise, sol dizinden geçirdiği ciddi sakatlık sonrasında kendini Rusya’da buldu. İsrail’de de oynayan Cisse, hayatında hiçbir NBA maçında yer alamadı.



2002’de Amare Stoudemire liseden seçilen tek oyuncuydu. Amare, kısa sürede all-star’a kadar uzanan bir kariyere adım attı. Soyunma odasında problemleri olan, savunma yapmayı pek sevmeyen bir oyuncu etiketiyle anılsa da; ligin en önemli hücum silahlarından biri oldu.

2003’te ise LeBron James geldi. Daha lisedeyken maçları tüm dünya tarafından takip edilen bu çocuk, profesyonel olur olmaz “Seçilmiş Kişi” lakabının hakkını verdi. Ligin en değerli oyuncusu, All-Star MVP’si, sayı krallığı, olimpiyat altın madalyası LeBron’ın sadece birkaç sezon içinde kazandığı unvanlar. James, basketbol için özel olarak yaratılmış bir mucize gibi. Kusursuz.

Aynı yıl seçilen liselilerden Travis Outlaw ve Kendrick Perkins de başarılı NBA kariyerlerine sahip oldular, peki ya diğerleri? Nijeryalı fakir bir ailenin çocuğu olan Ndudi Ebi, yaşadığı maddi sorunlar yüzünden erken profesyonel olmak zorunda kalmıştı. “Yeni Kevin Garnett” etiketiyle NBA’e giden Ndudi Ebi, birkaç sezonluk sabrın ardından beklentileri karşılayamadı ve İtalya İkinci Ligi’ne kadar düştü. Aynı draft’ta 48. sıradan seçilen James Lang ise bir türlü NBA’de tutunamadı. Lang, birkaç ay önce geçirdiği felcin ardından basketbolu bırakmak zorunda kaldı.

2004 Draftı’nda Dwight Howard, Al Jefferson, Josh Smith ve J.R. Smith gibi önemli oyuncular lige adım attılar. Howard yılın savunmacısı ödülünü almasının yanı sıra, takımını NBA Finali’ne kadar taşıdı. Jefferson etrafında takım kurulacak kadar önemli bir yıldız olurken, smaç şampiyonu Josh Smith de NBA’in en özel oyuncularından biri haline geldi. Aynı sezon gelen isimlerden Shaun Livingston, profesyonel hayat için yeteri kadar kuvvetli olmadığından, birçok sakatlık geçirdi ve ameliyat masasından bir türlü kalkamadı. Her yıl dövmelerine dövme ekleyen Robert Swift, kariyerinde hiçbir sezon 47 maçtan fazla oynayamadı. Büyük gürültü koparan Sebastian Telfair -tıpkı kuzeni Stephon Marbury’nin son dönemleri gibi- kimsenin istemediği baş belası bir oyun kurucuya dönüşürken, Dorell Wright da atletik yeteneklerine rağmen hiçbir zaman güvenilir bir NBA oyuncusu olamadı.



2005 liselilerin son kez draft edilebildiği yıl olarak tarihe geçti. Andrew Bynum, dizi sakatken playboy partisinde bir hanımefendiyi omzunda taşırken yakalanması, doğum gününde sağa sola para dağıtırken görülmesi ve pop yıldızı Rihanna ile yaşadığı ilişkiyle daha çok basına çıksa da, antrenörü Kareem Abdul-Jabbar’ın da katkılarıyla ligin iyi pivotlarından biri haline geldi. Scooter ile yaşadığı kaza yüzünden aylarca takımdan uzak kalan Monta Ellis, Golden State Warriors’ın hızlı temposunda yeteneklerini gösterme fırsatı buldu. Martell Webster sağlıklı olduğunda iyi bir görev adamı olarak göze çarparken, C.J. Miles, Louis Williams ve Andray Blatche da NBA seviyesinde ilk beş çıkabilecek isimler olarak göze çarptılar. Olağanüstü atletik yetenekleriyle kendisinden çok şey beklenen Gerald Green ise smaç şampiyonu olmaktan öteye gidemedi. O da şimdilerde Rusya’nın soğuğuyla boğuşuyor.

Geçmiş zamanda, dilek-şart kipiyle hazırlanmış bir dolu cümle kurmak, hazır olmadan profesyonel hayata adım atan “harcanmış yeteneklerin” hikayelerini değiştirmeyecek tabii ki. “Öyle olsaydı nasıl olurdu”, “böyle olmasaydı ne olurdu” sorularının anlamı yok bu yüzden. Tek şey yapılabilir belki bu hikayelerden yola çıkarak; o da yetişmekte olan yeteneklilere eğitimini tamamlamanın, daha yukarı sıçrayabilmek kadar önemli olduğunu anlatabilmek.

Sayfa Yükleniyor...