Portekiz olmak, Hollanda olmak

Transfer sezonu sürerken herkesin gözü manşetlerde, sitelerde. Uçuşan paralar Real Madrid'le zirve yaparken bizim takımlarımızın verdiği, vermeye kalktığı paralar da sorgulanıyor, doğal olarak.

Portekiz olmak, Hollanda olmak - 1

Kriz Real Madrid'i belki vurmaz da, bizi teğet geçmiş hali bile ortadayken milyon dolarlarda sınır tanınmıyor olması "zenginin parası züğürdün çenesini yorar" misali gündemde.

Beşiktaş'ın Ferrari transferi bunda son nokta oldu. Mehmet Demirkol köşesinde iki kere değindi, bu şimdiye kadar hiç bonservis ödenmemiş oyuncuya ödenen bonservise, gelmeye ikna edilmesi için eşinin de ikna edilmek zorunda kalınmasına. Haklı.

Fenerbahçe'nin takım içi yıllık ücret dengesi Volkan Demirel'in imzalamasını epeyi geciktirmişken şimdi dedikoduları dolanan Hamit ve Poulsen transferlerinde zikredilen rakamlardan sonra pazarlıklar kaçtan açılacak orası belli değil. Uçtukça uçuyoruz.

Galatasaray başkanı Adnan Polat da Lincoln'ün maliyetini açıklayarak sürgündeki oyuncuları Necati Ateş'i isyan ettirdi. "Ellere var da bize yok mu".

Tam bu noktada, gelmesi için bu denli dil dökülen oyuncuların gerçekten bu kadar elzem olup olmadıklarına takılıyor insanın aklı. Türk futbolu Poulsen yetiştirmekten aciz mi? Veya en azından onu Schalke'den önce bulup pazarlamaktan. Yanıt acı; evet aciz.

Bu noktada futbolun ticaretinden para kazanan takımlar ve ülkeler geliyor akla. İlk gelenler Porto ve Ajax hiç şüphesiz. Bu ikisinin özelinden genele yaydığınız anda ise Portekiz ve Hollanda. Bu iki ülkenin kendi liglerini sıçrama noktası olarak pazarlamaktan yana şikayetleri yok. Biz ise, yine Mehmet Demirkol'un da dediği gibi "Avrupa'nın Katar'ıyız". Porto ve, eski günlerini arasa da Ajax bu konudan ziyadesiyle ekmek yemiş iki kulüp.

Belçika, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki kimi kulüp takımlarıyla işbirliğinde olan Ajax'ın en büyük avantajlarından biri Hollanda liglerinde yabancı kısıtlaması olmaması. Evet, hiç yok! Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşı veya değil diye ayırmadan herkese kucak açıyorlar. Bu nedenle altyapıdan bile yabancı çıkartabiliyorlar. Altyapı yapılanmaları örnek alınası bir model.

Buna soyunan Fenerbahçe'nin Joop Lensen'le yollarını erken ayırması bu fırsatı tepmesi anlamına geldi. Davul zurnayla gelen Lensen sessiz sedasız gitti. Gittikten sonraki söyleşisinde kibarca "Çok karışıldı işime" dedi. Oysa ki scout (oyuncu izleyen kişiler) yapılanması içindeydi, ekipler oluşturuluyor, İstanbul'da ağırlanıp dersler, paneller veriliyordu, gidip yerinde uygulamalarla eğitim veriliyordu. Olmadı.

Ajax'ın akademi haline gelmiş sistemi gereği çokca söylenen "6-7 yaşında seçmelerde seçildiğinde kaç numaralı formayı giyersen A takımına çıktığında o formayı giyer o mevkide oynarsın" efsanesi duruyor yerinde. Kulübün tepeden tırnağa aynı sistemi uygulayan irili ufaklı modellerinin bir sonucu bu. Buna kontenjan tasası gütmeden ekledikleri genç yabancıları da katınca lig kendi içinde prestijli ve itibarlı olmasa da sıçrama noktası haline gelebiliyor. Oyuncular da kârlı çıkıyor bundan. Oyuncularından, önce sahada, sonra bankada yararlanan kulüpler de. İkamede de sorun yaşamıyorlar.

Portekiz'de ise durum biraz daha farklı. Anadili Portekizce olan milletlerin vatandaşları Portekiz'de yerli statüsünde oynuyor. Portekizce denince akla Portekiz'den sonra gelen ilk ülke hiç şüphesiz Brezilya. Diğerleri o kadar fabrika değiller, Angola, Ekvator Ginesi vs. Bu durum da Brezilyalılar için Portekiz liglerinin cazibesini arttırıyor. Hem anadillerini konuştukları bir ülkeye geliyorlar, hem yabancı muamelesi görmüyorlar, hem de İspanya'nın yanı başında kendilerini gösterme imkanı yakalıyorlar. Porto, Sporting ve Benfica üçlüsü bizdeki Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş üçlüsü gibi şampiyonluğun gediklisi olmanın yanı sıra kıtasal arenada da kendilerini dönem dönem göstermeyi başararak bir adım öne geçiyorlar.

Porto'nun şu anki kadrosunda 4 tane Brezilyalı var. Benfica'da 7, Sporting'de 4 Brezilyalı var. Her üç takımda toplam 10 tane de Arjantinli var (Arjantinliler'in de İtalyan kökenlerini ispat edip bu ülke pasaportu alma hakları var). Ve bu takımlar "müşteri" değil "satıcı" durumundalar transfer pazarında. Porto bu yaz döneminde iki oyuncudan (Lucho Gonzales ve Lisandro Lopez) 40 milyon Euro'ya yakın para kazandı. Bunu dert etmiyorlar çünkü bu paranın yarısından azını kullanarak Arjantinli Belluschi'yi ve Kolombiyalı Falcao'yu renklerine kattılar. Ajax'ın yakın zaman "ticaretleri" içinde akla ilk gelen iki tanesi ise Liverpoollu Babel (yaklaşık 12 milyon Euro)ve Real Madridli Sneijder (yaklaşık 25 milyon Euro).

Biz ise altyapımıza Hollanda misali bir yapılanma uygulamıyoruz. 70 milyonluk ülkede milli takım seçimlerinde gözümüz Mevlüt'lerde, Halil, Hamit'lerde veya Türkiye'de oynayan ama altyapıyı dışarıda almış Hakan Balta, Özer Hurmacı gibilerde. Kendi oyuncumuzu yetiştirmiyoruz. Ancak kırk yılda bir Arda Turan, Tuncay Şanlı, Nihat Kahveci gibi isimler çıkartabiliyoruz, onlar da ilk fırsatta kapağı yurt dışına atmaya çalışıyor.

Bunu yapmadığımız gibi kendi altyapı sistemimize ve oradan gelen oyuncuların kalitelerine inanmadığımız için, ve kulüp yönetiminde "Yabancı varsa onu oynat, o kadar para veriyoruz" mantığı baskın olduğu için "Gençlerin önünü tıkarız" diyip yabancı kısıtlamasında da inatla ısrar ediyoruz.

Böyle olunca Poulsen'e teklif edilen yıllık ücret de, Mehmet Topuz ve İsmail Köybaşı'na ödenen bonservisler de piyasadaki ederlerinin yanında absürt kalıyor. Futbolumuzun çıkabileceği kabuğundan çıkmaması için elimizden geleni yapıp "Neden böyle oluyor" diye kendi kendimize soruyor bu şizofrenik halden neredeyse zevk alıyoruz. Öyle geliyor ki, sanırım biz, çözüm sevmiyoruz.

Sayfa Yükleniyor...