Quo vadis Fenerbahçe Ülker?

Yurt dışında oynanan turnuvaların en büyük keyfi, maçların bitiminde insanın kendini bir restorana atabilmesi ve güzel bir yemek eşliğinde İstanbul'da bile uzun süredir göremediği dostlarla derin basketbol sohbetlerine dalmasıdır.

Quo vadis Fenerbahçe Ülker? - 1

Yine o sofralardan birindeydik: Eylül 2007, Madrid… Murat Kosova, Murat Murathanoğlu, Kaan Kural, Erkan Arseven ve bu satırların yazarından kurulu NTV ekibi, Fenerbahçe Ülker'i temsilen Avrupa Şampiyonası finallerini izlemeye gelmiş menajer Remzi Dilli ile gecenin geç saatlerinde kapanmak üzere olan restoranlardan birine kapağı atmış, mutfakta kalan ne varsa büyük bir iştahla tüketmeye koyulmuştu. Türk Milli Takımı, çeyrek finali göremeden eve dönmüştü ama bizim sohbetimizin baş köşesinde Türk basketbolunun olması kaçınılmazdı. Tabii laf döndü, dolaştı, Fenerbahçe'ye geldi. Sadece meraklı gazetecilerin değil, o günlerde sıradan basketbolseverlerin de aklına sıkça takılan soruları peş peşe sıralamaya başladık:

"Aydın Örs neden gitti?"
"Neden Tanjeviç?"
"Bu proje kaç senelik?"
"Fenerbahçe Final Four oynayabilir mi?"

Basketbol yaşamı boyunca hep kendinden uzun pivotlarla boğuşmaya alışkın olan Remzi bile, sayısal (ve tabii ki çenesel) üstünlüğümüze karşısında ufak bir geri adım attı, yutkunarak zaman kazanmaya çalıştı ve olabilecek en sakin, en ağır konuşma temposuyla anlatmaya koyuldu…

Ülker gibi finansal açıdan güçlü, Avrupa basketbolunda yıllar boyu iz bırakmış, en önemlisi, Euroleague'de oynama hakkını otomatikman elinde bulunduran bir markayla birleştikten sonra Fenerbahçe, tarihinin en önemli fırsatlarından birini yakalamıştı. Zaten kökeni 90'ların başlarına kadar giden, 1907 Derneği zamanında başlatılmış sağlam bir altyapı hamlesi vardı. Bu istikrarlı çizginin devamında son yıllarda kazanılan Semih Erden ve Hakan Demirel gibi oyuncularla ocaktan yetişmekte olan Ömer Aşık'ın bileşimi ilerisi için umut vericiydi. Eldeki "winner" Will Solomon takımı sürükleyecek, Ülker'den gelen Oğuz Savaş, gençler triosuna eklenecek, ayrıca Ömer Onan, İbrahim Kutluay, Mirsad Türkcan, Damir Mrsiç gibi tecrübeli isimler de zengin deneyimlerini gençlerle paylaştıkça hem dengeli, hem iddialı bir kadro yakalanmış olacaktı. Slovenya'dan transfer edilen Emir Preldziç ve Gasper Vidmar, kendi kuşaklarında Avrupa'nın en iyileri arasında sayılıyor ve Tau gibi hazineyi erken keşfetme ustası bir kulüp tarafından yakından izleniyordu. Fenerbahçe Ülker, gerçekten heyecan verici bir oyuncular grubunu, hem de çok erken yaşlarda yakalamıştı.

Fakat saydığımız bu kadro yine de Avrupa'da Final Four kovalamak için yeterli değildi. CSKA Moskova ve Rus sermayesi çıtayı çok yukarılara taşımış, Euroleague'de Final Four hedefleyen bir takımın maliyeti 20 milyon dolarlar seviyesinin üzerine çıkmıştı. Ülker'in sponsorluğu, kulübe finansal açıdan ne kadar güç kazandırmış olsa da, Fenerbahçe gibi her yıl futbola dünyanın parasını harcamak durumunda olan bir kulübün, basketbola bu bütçeleri ayırması imkansızdı. O zaman gidilecek yol belliydi: Zalgiris, Partizan ve Cibona gibi köklü kulüplerin yaptığını yapmak. Bir yandan ülkenin en iyi gençlerini kadrosunda toplayıp, Euroleague gibi zorlu bir ligde pişmelerini sağlarken, bir yandan da onları doğru yabancılarla takviye etmek ve içlerinden bir süper yıldız, birkaç da yıldız çıkması halinde Avrupa'nın devlerini sollamak…

Kolay değildi elbette… Ama 1992'de Partizan böyle Avrupa şampiyonu olmuştu; kadrosunda henüz 20'li yaşların başındaki Djordjeviç, Daniloviç ve onlardan da genç olan Rebraca ile! 1999'da Zalgiris'in yaptığı da çok farklı sayılmazdı. Onlar yapabildiğine, ülkelerinin en yetenekli gençleri ile tecrübeli birkaç yabancıyı doğru organizasyon ve doğru koçla buluşturup kazanabildiklerine göre, ardında çok daha büyük seyirci desteği olan Fenerbahçe neden yapamasındı…

Partizan ve Zalgiris öykülerinin devamını hepimiz biliyoruz. Bu takımlar şampiyon olmalarının hemen ardından, ellerindeki en değerli parçaları NBA'e ve Avrupa'nın büyük bütçeli kulüplerine kaptırdılar. Fenerbahçe Ülker yönetimi de bunun bilincinde. Semih'in, Ömer'in, Emir'in Avrupa çapında yıldız olması halinde onları İstanbul'da tutamayacağını biliyor. Ama hiç değilse Hidayet ve Mehmet elindeyken, Avrupa'da iki Final Four oynamayı başaran Efes Pilsen gibi, kayıtlara birkaç parlak istatistikle geçmek istiyor.

Peki neden Aydın Örs değil de Bogdan Tanjeviç?

O gece Madrid'deki sohbette Remzi Dilli, bize aslında Aydın Örs ile yolların 2006-07 sezonu devam ederken ayrıldığını, ünlü koça basketbol şubesinin yöneticiliğinin teklif edildiğini söylemişti. Buna benzer ifadeleri daha sonra Asbaşkan Mahmut Uslu'nun ağzından da duyduk. Tanjeviç yukarıda özetlemeye çalıştığım projeyi Fenerbahçeli yöneticilerin önüne koymuş, böyle bir takımı 3-4 yılda yaratabileceği sözünü vermiş ve belki de bunların geçmişte çokça yapıldığı topraklardan geldiği için veya kendisi, Stefanel'i İtalya üçüncü liginden alıp, zirveye taşıdığı ve üst üste üç kez Koraç Kupası finali oynattığı için daha ikna edici olmuştu.

"Fenerbahçe'nin tarihinde ilk kez böyle uzun vadeli bir projeye kalkışılıyor. Tanjeviç, bu gençlerden kurulu takımın 2010 ya da 2011'de İstanbul'da kendi salonumuzda oynanacak Final Four'da yer alabileceğine inanıyor. Biz de ona inanıyoruz" dedi Remzi. O sözlerine nokta koyup, şarabını yudumlarken masada bir sessizlik oldu. "Aman diyene kılıç kalkmaz" diye bir söz vardır dilimizde… Projesini anlatıp, zaman isteyenin de üzerine gidilmiyor. Sustuk. 2011'i beklemekten başka çare yoktu anlaşılan…

Haftalar ilerledikçe, bize anlatılan projenin de ötesine geçti Fenerbahçe Ülker… Tanjeviç, milli takımla 2007 Avrupa Şampiyonası'nda yaşadığı bozgunu unutturmayı başarmıştı. Sarı-lacivertli ekip, Solomon'un önderliğinde Nisan 2008'de Euroleague'de çeyrek finale kadar tırmandı. Ömer Aşık büyük bir gelişme göstererek, kadronun vazgeçilmezlerinden olacağını ispatladı. İbrahim, Mirsad, Ömer Onan ve Mrsiç çok iyi profesyonellik örnekleri verdi... Semih, Oğuz ve Emir sıçrama belirtileriyle alkışlandı ve üst üste ikinci Türkiye şampiyonluğu geldi. Unutulmaması gereken bir diğer isim, play-off'ta en istikrarlı çizgiyi yakalayan Tarence Kinsey'di. Taraftar, yalnızca Vidmar'dan umudu kesmiş görünüyordu.

Dört yıl sonra meyve vermesi beklenen ağaç, ilk baharı bol tomurcukla karşılamıştı. Avrupa'da tarihin en iyi sonucu alınıp, Türkiye'de şampiyonluk kupası kucaklanınca, Ataşehir yakınlarından da "15 bin kişilik salonun hafriyatı başladı, çalışmalar hızla ilerliyor" haberleri gelince beklentiler büyüdü haliyle… Ama transferlerde son sözü söyleyen Tanjeviç, anlaşılması güç bazı kararlar verdiği için Fenerbahçe Ülker, 2008-09'da sendeledi; rakiplerinin gerisine düştü.

Nelerdi Tanjeviç'in hataları?

1. Avrupa'da oynadığı her takıma kupalar, şampiyonluklar kazanmış Will Solomon'dan çok kolay vazgeçildi. Fenerbahçe formasıyla Efes Pilsen yenilgisi nedir bilmeyen yıldız oyun kurucu, İstanbul'da kazandığı paranın daha azına NBA'a gitti. Çünkü Tanjeviç onun başına buyruk hallerinden, zaman zaman takım kimyasını bozan çıkışlarından ve çok top kullanıyor olmasından hiç hoşlanmıyordu.

2. Aynı şekilde Kinsey'in de NBA'e gidip hayalini gerçekleştirme isteğine yeterince kararlı bir set çekilmedi. "Daha iyisini buluruz" dendi.

3. Solomon'un yerine hepimizin daha önce Casa Kolejliler formasıyla izlediği ama Tanjeviç'in nedense İtalyan dostları tarafından tavsiye edilince sarıldığı Marques Green alındı. Green, müthiş bir sporcu, çok iyi bir insan ve başlı başına bir azim anıtıydı. Zaten 1.65'lik boyuyla basketboldan para kazanıyor olması başka nasıl açıklanabilirdi ki? Ama Euroleague seviyesinde yetersiz kalacağı aşikardı ve Ray Charles'ın bile görebileceği böyle bir gerçeği koskoca Tanjeviç'in ıskalamış olması, ciddi bir güven bunalımına yol açtı.

4. Kinsey'in boşluğu da Green'in Avellino'dan takım arkadaşı Devin Smith'le dolduruldu. Smith bazı meziyetleri olan yetenekli bir oyuncu ama Euroleague'de o da çok toy kaldı.

5. İbrahim Kutluay'a "Sen artık bizim için yaşlısın" denirken, ondan üç yaş büyük Damir Mrsiç kadroda tutuldu. Daha da ilginci, 1977 doğumlu Gordan Giricek'in yılın flaş transferi olmasıydı. NBA kariyeri üst üste gelen sakatlıklar yüzünden beklenenden kısa sürmüş bu oyuncu, İbo ile benzer özelliklere sahipti ama fiyatı çok daha yüksekti. Giricek'e ödenen paranın 2/3'ünün Kinsey'in önüne koyulması, kalanın da İbo'ya önerilmesi halinde, geçen yıl şampiyonluğu getirmiş ve Tanjeviç'in sistemine çok daha uygun olan iki dış oyuncunun (en azından birinin agresif savunması vardı), Kadıköy'de kalması işten bile değildi.

6. Giricek'in sakatlığı nedeniyle forma giyemediği dönemde iyi maçlar çıkaran ve geleceğin güvenilir parçalarından biri olacağının sinyallerini veren Preldziç, Gordan ağabeyinin dönmesiyle birlikte suya sabuna dokunmayan, süklüm püklüm bir delikanlı haline geldi. Oyunculara dakikaları zaten anlaşılmaz bir biçimde dağıtan ve tuhaf rotasyonlar kullanan (ilk beş başlayan ve ilk çeyrekte iyi oynayan bir oyuncunun, kenara alındıktan sonra 25 dakika oturtulması gibi) Tanjeviç, bu oyuncuyu fiziksel ve psikolojik açıdan ayağa kaldırmak için bir şey yapmadı.

7. Bir de Tanjeviç'in dışında gelişen olaylar var tabii… Bunlar da eklenince tablo, bir yıl öncenin çok gerisinde kaldı. Nisan başı itibarı ile Fenerbahçe Ülker ligde 24 maçta 7 yenilgiyle dördüncü sırada. Geçen yıl Top 16'nın tozunu atan takım, bu yıl Avrupa'ya erken havlu attı (Oysa benzer bir "proje takım" olan Partizan, Palacios ve Pekoviç gibi iki önemli oyuncuyu yitirmesine karşın yine oralarda). Evet, Tanjeviç'in dışında gelişen olumsuzluklar demiştik… Ömer Aşık'ın sakatlanması ve hem takım, hem de kendisi açısından değerli bir zaman dilimini potalardan uzak geçirmesi üzücüydü elbette… Giricek de fıtık ağrılarıyla uğraştı ve umulan katkıyı veremedi. Taraftar, başkanla girilen ve sebebi basketbolla alakasız olan polemik yüzünden tribüne gelmez oldu, Abdi İpekçi çoğu maçta boş kaldı… Hakan Demirel, Türk basketbol tarihinin belki de genç yaşta en büyük şansları bulmuş ve Dünya Şampiyonası'nda ilk beş oynamış guardı, Jasikevicius değil de Barış Ermiş olmayı tercih edince kendini Erdemir'de buldu. Sarı-Lacivertli takım, önemli bir pozisyonda yedeksiz kaldı… Gasper Vidmar, sonsuz iyiniyetine ve çalışkanlığına karşın, iki yılda bir arpa boyu yol gidemedi. Bu sezon kısa süre şans bulan Enes Kanter'in de seneye kadroyu zorlayacağı düşünülürse, Sloven pivot için şimdiden Alpella (Trabzonspor) rezervasyonu yapılabilir.

Çizdiğimiz resim, çoklarına karamsar gelebilir. Bunca olumsuzluğa karşın, Fenerbahçe Ülker'in elindeki kaliteli oyuncular ve tecrübeli kenar yönetimle sezonun sonunda favori Efes Pilsen'i geride bırakarak şampiyonluk kupasını kaldırması mümkün elbette. Üstelik birkaç haftaya kalmadan Will Solomon'un geri döneceği de düşünülürse… Ancak bu bile Fenerbahçe'ye gönül verenlerin kafasındaki bazı soruları ortadan kaldırmaya yetmiyor:

1. Gerek genç oyuncuların gelişiminde, gerek takımın aldığı sonuçlarda bir türlü istikrarlı bir grafik yakalanamadı. Fenerbahçe Ülker'in hangi maçın hangi bölümünde sahada nasıl bir beşle yer alacağı, nasıl bir oyun planıyla oynayacağı hala belli değil. Solomon'un dönüşü bu dağınıklığı ortadan kaldıracak mı? Yoksa bu hamle sadece bu sezonu kurtarmak için mi?

2. Solomon'dan hoşlanmadığı aşikar olan ve onun dönüşüne açıkça karşı çıkan koç Tanjeviç, uzun vadede yıldız oyun kurucuyla uzlaşabilecek mi? 2011'de Final Four hedefleyen takımın oyun kurucusu ve lideri Solomon mu olacak?

3. Solomon'dan sonra Kinsey de yeniden İstanbul'a davet edilecek mi? Yoksa Avrupa'da sadece 8 sayı ortalama ile oynayan Devin Smith'in gelişip, üst düzey bir oyuncu olması mı beklenecek?

4. Bu gerçekten uzun bir yolculuksa, Mrsiç, Mirsad ve Giricek gibi 2011'de yaşı hayli ilerlemiş olacak isimler, trenden hangi istasyonlarda inecek? Yerlerine kimler binecek?

5. İki sezondur Euroleague'de Fenerbahçe'nin hareketli ve şutör 4 numaralar karşısında perişan olduğu ortadayken, neden Vidmar'dan vazgeçilip, ayakları daha çabuk ve rakibin dış oyununa çomak sokabilecek bir uzun alınmıyor?

6. Elde bu kadar imkan ve Türkiye standartlarının üzerinde bir bütçe varken, Efes ile Telekom dışındaki rakipler krizlerle boğuşurken, niçin kazanmayı alışkanlık haline getirmiş, taraftarı tribüne çeken bir takım yaratma fırsatı kaçırıldı? Neden geçen yılın gerisine düşüldü? (Euroleague'de 9, ligde 7, kupada 1, toplam 44 maçta 17 mağlubiyet) Ya gerileme gelecek yıl da sürerse?

7. Bodiroga ile Fucka'yı yaratan ve bundan dolayı haklı övgülere mazhar olan Tanjeviç, gördüğü her 2.05 boyundaki, uzun kollu genci onlarla kıyaslama alışkanlığından ne zaman vazgeçecek? Topu yere vurabiliyor diye Preldziç'i guard sanmak, Vidmar'ın ellerinin kötü olduğunu almadan önce görememek, onun gibi büyük bir ustaya yakışıyor mu?

Soruları daha da arttırmak mümkün. Fenerbahçe taraftarları arasında şöyle bir dolaşsanız, mutlaka çok daha fazlasını duyarsınız. Ama yazıyı fazla uzatmamak gerek… Türk basketbolunda son yıllarda en doğru hamleleri yapan, altyapısından en önemli yetenekleri çıkaran ve Türkiye'yi Avrupa'da en iyi temsil eden kulüp sıralamasında Efes Pilsen'in bile önüne geçen Fenerbahçe Ülker'in, yakın gelecekte daha da olgunlaşıp, Euroleague'de zirve adayı olabileceğine dair kuşku bulutları yoğunlaşıyor. Dört yıllık projede neredeyse iki yıl geride kaldı ve mehter takımı gibi önce bir adım ileri atıldı, sonra bir geri…

Bildiğimiz kadarıyla daha önce Final Four oynamış bir mehter takımı yok!

Sayfa Yükleniyor...