Adli Tıp doğruladı: Maalesef kirli eldiven

Münevver Karabulut’un cesedinde bulunan spermin başka bir cesede ait olduğu ortaya çıktı. Adli Tıp görevlisinin, spermi yanlışlıkla bulaştırdığı belirlendi. Kurumun yetkilileri NTV'ye, "DNA örneğinin ayırt edilebilmesi aslında ne kadar duyarlı çalışıldığını gösteriyor" dedi.

Adli Tıp doğruladı: Maalesef kirli eldiven

İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Münevver Karabulut'un cesedinde bulunan spermle ilgili ortaya atılan iddiaları NTV'ye değerlendirdi.


Fincancı, İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda yapılan incelemede, kurumda görevli teknisyeninin bir başka cesede yapılan otopsiden sonra eldiveni çıkarmadan Münevver Karabulut'un otopsisine devam ettiği ve sperm izinin bu sırada bulaştığı belirlendiğini açıkladı.

Bu olayın ciddi bir hata olduğunu söyleyen Fincancı, "Zaman zaman bu tür hatalar olabiliyor. Çünkü böyle bir yanlışlığın ortaya çıkmasıyla yeni bir sanığın araştırılması gündeme geliyor. Bir başkasının töhmet altında bırakılması çok üzücüdür. Dolayısıyla bu tür kurumların sıfır hata ile çalışacak biçimde düzenlenmesine ihtiyaç var" dedi.

'de Adli Tıp teknisyeninin yalnızca Mersin Üniversitesi tarafından yetiştirildiğinin altını çizen Şebnem Korur Fincancı, "Otopsilerde eğitim almamış memur kadrosundaki insanlar teknisyen olarak yıllardır çalışıyor. Bundan önceki yıllarda ne yazık ki, özel bir eğitim alınmadan, sadece hizmetli, memur kadrosunda görev yapan insanların görevlendirilmeleriyle, bu alanda yetişmeleriyle gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla bu durum, otopsi süreçlerinde çok ciddi aksaklıklara yok açıyor. Adli tıp eğitimi almış teknisyen sayısının artırılması gerekliliği bir kez daha ortaya çıktı" diye konuştu.

Bu tür olaylardaki araştırma süreciyle ilgili de bilgi veren Prof. Dr. Fincancı, şöyle konuştu: "İnceleme süreci, yeniden doğrulanması ve doğruya ulaşılması için yapılan ek incelemelerden kaynaklanan bir durum. Sonuçta meslektaşlarımız doğruya ulaşmaya çalışıyor. Burada böyle bir aksaklık olduğu fark ediliyor ve yeniden inceleme yapılıyor. Dolayısıyla gecikme de buradan kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra merkezde çok ciddi bir iş yükü var, bu da zorlayıcı bir durum. Merkezileşme sıkıntı yaratıyor, bu işi birimlerde gerçekleştirmek gerekiyor.”

ADLİ TIP'IN İŞ YÜKÜ ÇOK FAZLA
Dün NTV'ye "Cesetten sperm çıkmaz" açıklamasını yapan Adli Tıp Kurumu Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alkan, yeni gelişmeler üzerine akla gelen soruları yanıtladı.

Adli Tıp Kurumu raporları siyasi baskı ile şekillenebilir mi?
Kurumun yapısına baktığımızda özel bir kanunu var ve başkanı yardımcıları, üyeleri, Adalet Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalı olarak atanıyor. Yani yürütmeye bağlı bir organ olarak görev yapıyor. Sırf böyle bir bağlantısının olması dahi akıllarla soru işareti getirmek açısından sakıncalı. Ve böyle bir ilişkinin kopartılması şart.

"Siyasi erke direkt bağlı bilirkişi yönlendirilebilir ve mahkemeleri yönlendirebilir" iddialarını biraz açar mısınız?
Bunu söylemek için elimizde bir bilgi yok. Üyelerin, başkanın ve yardımcıların atanması için Bakan'la Başbakan'la ve Cumhurbaşkanı ile müşterek kararnamenin çıkma gerekliliğin olması, akla "acaba bu pozisyona gelmek isteyen insanlar siyasi bir arayış içine girer mi" diye bir fikir getiriyor.

Böyle bir sorun var mı Adli Tıp Kurumu'nda?
Teorik olarak var ama 'de birçok yapıda var. Bu yıllardır her kurum için dillendirilen bir konu. Burası delilleri bilimsel metotlarla işleyen ve mahkemelere gönderen bir yapı. O nedenle siyasi erkle bir ilişki içinde olmamalı ve çalışmalarını özerk bir şekilde çıkartmalı.

Türkiye'de adli tıp yapılanmasına baktığımızda üniversitelerin, tıp fakültelerinin adli tıp kürsüleri var ama asıl işleyişi sağlayan Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu. Böyle bir yapının olumlu yönleri de var elbette ama bu şekilde siyasi erkin de işin içine girmesi yönünden olumsuz yönleri de var. Yani bu şekilde siyasi iradeden uzaklaştırılması için düzenleme yapılmalı ona göre modeller geliştirilmeli. Belki de bütün Türkiye'nin İstanbul’a akması değil de daha bölgesel merkezler ve birbirleri arasında rekabet edebilen, yeri geldiğinde farklı değerlendirmelerde bulunabilecek belki yapıların geliştirilmesi akla gelebilir.

Son dönemde yaşananlar adaletin yerini bulması olumsuz bir etki yaratmış galiba...
Elbette Adli Tıp Kurumu raporları mahkemeler ve savcılıklar üzerinde çok önem arz ediyor. Yapılan çok teknik ve bir görüş ortaya çıkartıldığında yargılamayı ya da soruşturmayı belli bir noktaya götürebilecek nitelikte. Böyle olunca bu delilleri bilimsel veriler çerçevesinde ortaya koymak, raporlamak ve ilgili mahkemeye göndermek gerekiyor. Mahkeme hâlâ "Bu çok iyi bir rapor olmamış, gerekçeleri uygun değil" derse alternatif rapor alabileceği yerlerin olması gerekiyor. Bu işlevi şu anda Türkiye'de tıp fakültelerine bağlı adli tıp ana bilim dalları yapıyor. Ancak Yargıtay’ın kararlarında bu şekillerdeki yerlerden alınan raporlar değil de Adli Tıp Kurumu'nun görüşü esas alındığı için kurum bu kadar önemli bir vaziyete geliyor. Mahkemeler de dosyalar üzerinde bir sıkıntı olmasın ya da Yargıtay’da bozulmasın diye dosyaları Adli Tıp Kurumu'na göndermeyi tercih ediyor.

Şu anda kurumun iş yükü çok fazla. Böyle olunca dosyaların gönderilme süresi uzuyor. Uzayınca da zaman zaman kişilerin tutuklu kalması mümkün olabiliyor. İki hafta evvel Kahramanmaraş barosunda avukatlarla birlikte yaptığımız toplantıda bir avukat dedi ki; "Müvekkilim tutuklu, Adli Tıp Kurumu'ndan 10 aydır rapor gelmedi, daha ne kadar beklememiz gerekecek!" Gerçekten tutuklu bir şekilde cezaevinde bekleyen kişilerin olduğu dosyalar kurum tarafından öncelikli incelenir. Bu dosya dahi 10 ayda gelmiyorsa, belki de sanığın lehine bir rapor gidecekken boş yere tutuklu kaldığı öngörülecek. Sonuçta Türkiye'de adalet sistemine güven azalıyor ve insanların huzurlu olması engelleniyor maalesef.

ADLİ TIP DUYARLI ÇALIŞIYOR
Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Doç. Dr Serhat Gürpınar da konuyu şöyle değerlendirdi:

"Maalesef bu tip spekülatif ve sansasyonel olaylar ortaya çıktıkça herkesin gözü Adli Tıp Kurumu'na veya adli tıp hizmetleri ile ilgili sorunlara yöneliyor. Ancak biz Uzmanlık Deneği, Türk Tabipler Birliği ve meslek örgütleri olarak bu konuyu yıllardır gündeme getirmeye çalışıyoruz. Gerek Adalet Bakanlığı, gerek Sağlık Bakanlığı gerek YÖK nezdinde bu işin nasıl yapılacağını, dünyada nasıl uygulandığını ve Türkiye'de de nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin görüşlerimizi bildirmeye çalışıyoruz. Fakat maalesef sonuçta siyasi erkin karar verebileceği bir konu bu. Ve siyasi erk de bu tür problemleri biraz düşünüyor, ondan sonra Türkiye'nin gündeminde kayboluyor. Bir kere bunu tespit etmek lazım. Adli Tıp Kurumu'nun yapısına gerçekten müthiş bir yüklenme var. Fakat bu yüklenme kurumun yapısından ziyade mahkemelerin, Yargıtay’ın, bilirkişi raporunu kendileri bir şekilde değerlendirerek sonuca varmak şeklinde değil, diğer bütün bilirkişi raporlarını da Adli Tıp Kurumu'na doğrulatmak şeklindeki yaklaşımlarından kaynaklanıyor.  Yargıtay’da çalışan bir hakimin bir bilirkişi raporunu kuruma onaylatmadan değerlendirerek sonuca varması gerekmekte. Kanunlarımız bu şekilde. Ancak onların da iş yükü fazla.

Bu son olay nasıl açıklanır?
Burada yine iş yükünden kaynaklı bir sorun var. Adli Tıp Kurumu'nun bir kere çalışan biyoloji ihtisas dairesi burada söz konusudur. DNA’yı örneklerden görülebilir hale getiren ve ondan sonra da kimliklendirmeyi DNA üzerinden yapan laboratuarı çok net ve bilimsel bir şekilde çalışmıştır ki bu bulaşıklığı tespit edebilmiştir. Yani orada bir başka kişiye ait DNA örneği oluştuğunu ayırt edebilmiştir. Bu o dairenin ne kadar duyarlı çalıştığını göstermektedir. Oraya gönderilme  aşamasına kadar geçen süreçteki sorundan kaynaklanan bir karışıklık olmuştur. Bu ise maalesef otopsi salonunun bütün İstanbul’un o günkü bütün adli olaylarına bakan bütün otopsilerin yapıldığı bir yer olması ve bulaşıklık riski çok fazla olan daire olmasından kaynaklanmaktadır. "Bunun çaresi nedir?" diye sorarsak, Adli Tıp Kurumu'nun yapılanmasının ve iş yükünün diğer bilirkişi kurumlarına da dağıtılması gerekir. Kurum şu anda işten boğulmuş durumda.

Orada yetkin ve eğitim almış kişiler çalışmıyor mu? Kadro tam olarak bu kişilerden oluşmuyor mu? Bu hata da bu şekilde istihdam edilen bir personelden kaynaklanıyor galiba...
Adli tıp teknisyenliği, şu anda yeni yeni Türkiye'de eğitimi verilmeye başlanan bir eğitim alanı ve bu alandan yetişen kişiler yeni yeni kadro bulmaya başladılar. Ama Adli Tıp Kurumu'nda yüksek okul düzeyinde bu eğitimi almış, çalışan personelimiz yok tabii ki.

Sizin bir konferansta stetoskop gibi fotoğraf makinesi gibi eksikliklerden söz ediyorsunuz. Adli Tıp Kurumu böyle eksikliklerle boğuşuyor mu?
Zaman zaman... Örneğin adli tıp şube müdürlükleri yani adliyelerin içinde çalışan birimlerin bir takım donanım eksikliklerinden söz etti. Fakat bu donanım eksikliği yine bu adli tıp şube müdürlüklerinin yani bir sağlık kurumu niteliğinde olması gereken yani yaralı kişilerin örneğin geldiğinde muayenelerinin yapılarak pansumanlarının icabında açılarak yara niteliklerine bakılarak tekrar kapatılması ve steril şartlarda yapılması gibi bir takım koşullarda çalışması gereken birimler olmalı iken adliyelerin içinde ve tamamen hijyen kuralları dışında örneğin hastanelerde değil adliyelerin içinde çalışmasının bazı sorunlar yarattığını söylüyoruz. Buraların hastane içinde vaka geldiği zaman diğer uzmanların vakaya ilgileri doğrultunda yaklaşımları gibi adli bir olayda da adli tıp uzmanının da hastane içinde çalışarak ve orada durum tespiti yaparak çalışması gerekiyor.

Bütün bu eksiklikler iş yükünden kaynaklanan sıkıntılar...
Maalesef evet.  Bu konuda siyasi erkin konuyu ele alıp artık uzmanlık dernekleri ve meslek örgütleriyle hukuk fakültelerinin ilgili öğretim üyeleri ve YÖK’le birlikte artık adli tıp hizmet yapılanmasının nasıl olacağına dair yeni bir düzenleme yapması, siyasi erkin bunu öncelemesi gerekmektedir.

Sayfa Yükleniyor...