'Demek ki neymiş, oy oranı her şey değilmiş'

Gülay Göktürk, bugünkü köşesinde AK Parti'yi eleştirdi: ""Başbakan'ın 'Yüzde 10'u bile aşamıyorlar' diye küçümsediği o partinin parlamento dışı kalma ihtimali belirdiği anda, seçimin nasıl önemini kaybettiğini hep birlikte görmedik mi?"

"Milletin partisi" olmak

AK Partililer'in kafasındaki siyasi parti anlayışı, hem kendilerinin hem de hepimizin başına çok iş açacak...

Bu anlayış içinde "milletin partisi" diye bir kavram var. Millet, ortak çıkarları, ortak talepleri olan homojen bir kitle ve bu kitlenin tamamını temsil eden, tamamını kuşatan bir de parti var. Buna da "milletin partisi" deniyor. AK Partililer, başta Erdoğan olmak üzere, her lafın başında AK Parti'nin "milletin partisi" olduğunu söylerken, "milletin" tümünü kapsamayan partileri de hani deyim yerindeyse "eksik parti" olarak görüyorlar.

Başbakan Erdoğan, Beykoz mitinginde yaptığı konuşmada yüzde 10 barajı da işte bu siyasi parti anlayışına dayanarak savunmuş.

Mealen şunları söylüyor Erdoğan: Yüzde 10 barajı biz mi getirdik ki bizden kaldırmamızı bekliyorsunuz. Doğru dürüst parti olun da aşın yüzde 10 barajı! Bize bakın; biz, 16 aylık partiyken yüzde 10 barajına rağmen yüzde 34 ile iktidar olduk. BDP de versin bir parti olarak mücadelesini çıksın ortaya, yüzde 10 barajını aşsın. Ama bunlar bir etnik unsurun partisi. Biz 'nin partisiyiz...

"Biz mi getirdik ki biz kaldıralım" savunusuyla ilgili söylenecek çok fazla bir şey yok. Yalnızca şunu belirtip geçelim: AK Parti zaten 8.5 yıl boyunca tek başına iktidar olduysa, kendisinin getirmediği birçok şeyi kaldırabildiği için oldu. Evet, siz getirmediniz ama mademki reformcu bir iktidardınız; mademki siyasetin önündeki anti demokratik engelleri temizlemek gibi bir misyon yüklendiniz, bu engeli de kaldırmalıydınız.

Asıl önemli argümana gelecek olursak;

Erdoğan'ın ve AK Partililer'in anlaması gereken şu ki; kimi partiler hiçbir zaman yüzde 10 oy oranına ulaşamayabilirler; her zaman yüzde 10'un altında kalabilirler.

Bütün partiler bütün "milleti" kucaklamak zorunda değildir. Milletin belli bir kesiminin çıkarlarının, belli bir duyarlılığın temsilcisi olarak siyaset yaparlar (tıpkı yıllar yılı Milli Görüş çizgisindeki partilerin yaptıkları gibi) Zaten o yüzden de demokrasilerde genellikle "milletin" partisinden değil, toplumun çeşitli kesimlerinin partilerinden söz edilir. Bazı partiler toplumun daha geniş kesimlerini kucaklar; bazıları daha küçük kesimlerini... Toplumun tümünü kucaklamamak bir partiyi eksik ya da defolu parti yapmaz... Ve bu partilerin parlamentoda temsil edilmesini önemsiz kılmaz. Hatta bazen bir parti, oyların yüzde 10'unun alamadığı halde, temsilde adalet açısından en kritik parti haline gelebilir.

Tıpkı şu anda BDP'nin olduğu gibi...

Evet, BDP'nin "Türkiye Partisi" olmadığı; belli bir etnik unsurun partisi olduğu belli. Ama ülkenin içinde bulunduğu koşullar, bazen tek tema etrafında kurulmuş olan bir partiyi, ülkenin siyasi hayatının kilit noktası haline getirebilir. O partinin gündeme getirdiği tema, ülkenin bütün sorunlarının endekslendiği konu haline gelmiş olabilir.

İşte bugünkü konjonktürde, Kürt partisi böyle bir partidir. Bütünsel ve özgün bir programa sahip olmasa bile, Kürt sorununun Türkiye için taşıdığı önem ve bu sorunun çözümünün olmazsa olmaz bir hale gelmiş olması, Kürtler'in parlamentoda temsiline özel bir önem kazandırmıştır.

Parlamenter sistem, "yönetebilir demokrasi"yi sağlayabilmek için, yönetimde istikrar ile temsilde adalet arasında bir denge bulmak zorunda deniliyor.

Doğru. Ne var ki bu denge statik bir şey değildir. Belli bir anda ve belli bir ülkede bu dengenin nasıl oluşacağını belirleyen sihirli bir formülü hiç kimse veremez. Öyle zamanlar olur, istikrarlı ve güçlü bir yürütmeye sahip olmak o kadar hayati bir önem kazanır ki, kamuoyu "temsilde adalet" arayışlarını belli bir süre için ikinci plana itebilir. Yine öyle zamanlar olur ki, parlamentonun temsil kabiliyetinin güçlendirilmesi, demokrasinin işlemesi açısından temel mesele haline gelir. Bu yapılmadan iktidarın meşruiyetinin güçlendirilmesi, dolayısıyla "güçlü yönetim" oluşturulması da imkânsız hale gelmiştir. İşte böyle zamanlarda, temsilde adaleti sağlamak söz konusu "denge"nin olmazsa olmazıdır.

Türkiye şu anda temsilde adaletin ön plana geçmesi gereken bir dönem yaşıyor. Yeni bir anayasa yapılması ve devletin idari yapısının transformasyonu gibi çok önemli bir sürece başka siyasi güçlerin de katılmasının hem süreci hem de hem toplumsal barışı güçlendireceği bir aşamadayız.

Bu aşamada temsilde adaletin ön planda olduğunu, daha iki gün önce yaşadığımız YSK krizinden daha iyi ne gösterebilir?

Başbakan'ın "Yüzde 10'u bile aşamıyorlar" diye küçümsediği o partinin parlamento dışı kalma ihtimali belirdiği anda, seçimin nasıl önemini kaybettiğini, seçilecek parlamentonun meşruiyetinin tartışmalı hale geldiğini hep birlikte görmedik mi? Birdenbire AK Parti yüzde kaç oy alırsa alsın, bu koşullarda oluşacak bir parlamentonun yeni anayasa yapamayacağını hep birlikte hissetmedik mi?

Demek ki neymiş... Oy oranı her şey demek değilmiş...

Sayfa Yükleniyor...