Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 53. yıl dönümü dolayısıyla, tören düzenlendi.
Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Yalçın Akdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, YSK Başkanı Sadi Güven, Adalet Bakanı Kenan İpek, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, yargı organları temsilcileri katıldı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan törende bir konuşma yaptı.
Esasen insan hak ve özgürlüklerine dayanan adil bir siyasal ve hukuksal düzenin sürdürülmesinde yargıya diğer tüm organlardan daha fazla iş düşmektedir. Türkiye'de yargı belki de tarihinin en önemli ve hassas dönemlerinden birini yaşıyor. Adaletin tesisi gibi son derece ağır bir yükü taşıyan yargının bu yükünün altından hakkıyla kalkabilmesinin ve kendisinden beklenen işlevi yerine getirebilmesinin yolu 'vesayet' kavramıyla yüzleşmesinden geçmektedir. Bu konuda yargının sadece kendisiyle yüzleşmesi ve öz eleştiri yapması yetmez, aynı zamanda siyasal ve hukuksal sistemin tüm unsurlarının da bir muhasebe yapması gerekmektedir.
Vesayetçilik kurumsal düzeyde demokratik siyasi aklın yetersiz olduğu varsayımına dayanır. Bireysel düzeyde ise kişinin kendi halinde bırakılmaması, yönlendirilmesi gerektiği, aksi halde doğru karar veremeyeceği düşüncesinden beslenir. Her iki durumda da kurumsal ve bireysel akla ipotek koyma söz konusudur.
Yargı bağımsızlığı, yargının bir yandan kurumsal düzeyde hiçbir kişiden ve organdan emir, talimat ve telkine maruz kalmamasını, diğer yandan da bireysel düzeyde yargı mensuplarının hiçbir vesayete tabi olmadan akıllarını ve iradelerini serbestçe kullanabilmelerini gerektirir.
Unutmayalım ki fikri ve vicdanı hür olmayandan hakim olmaz. Aklını ve vicdanını başkalarına kiralayan veya iradesine ipotek konmasına izin veren kişiden hakim olamaz. Hukuk devletinde uzaktan kumandalı yargı da yargıç da düşünülemez. Esasen yargı ve vesayet arasındaki patolojik ilişkinin bizatihi bir vesayet organına dönüşme ve vesayete tabi kılınma şeklinde tecelli eden iki boyutu vardır. Her iki durum da demokratik hukuk devleti açısından büyük bir tehlikedir. Birincisi yargı, toplum ve siyaset mühendisliğine soyunan bir vesayet kurumu olarak işlev göremez, görmemelidir. Kendisini sistemin sahibi ve nihai koruyucusu olarak gören ve bu nedenle kendisi dışındaki herkese ve her şeye ayar veren bir yargı anlayışı kabul edilemez. Demokratik toplumlarda yargıya düşen görev, topluma ve siyasete nizam vermek değil, hukuk kurallarını adalet süzgecinden geçirerek uygulamak, bu suretle uyuşmazlıkları çözmektir. Ancak bu durumda yargı ve yargıç temel hak ve özgürlüklerin teminatı olabilir.
İkincisi, yargı kendisi üzerinde kurulacak her türlü vesayete de kararlılıkla karşı durmalıdır. Başka bir ifadeyle kurumsal ve kişisel düzeyde yargı bağımsızlığının tam manasıyla sağlanması hayati derece önemlidir. Sonuç olarak yargıyı bir vesayet kurumu veya vesayet altında bir kurum olarak konumlandırmak, ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Yargının kurumsal anlamda siyasal organların etkisi altında kalması ve siyasi mülahazalar ekseninde ayrışması büyük bir tehlikedir. Bu anlamda yargının siyasallaşması hukuk devletinin sonu olur. Diğer yandan yargının bir vesayet organı gibi davranarak siyaseten alınması gereken kararları alması da siyasetin yargısallaşması tehlikesini doğurur. Siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur. Dolayısıyla yargının siyasallaşması ve siyasetin yargısallaşması demokratik hukuk devleti için aynı ölçüde tehlikelidir.
Örnek gösterilen bir yargı sistemi kurmak, adalet ve ahlak temelli bir uluslararası düzenin kurucularından ve öznelerinden olmak istiyorsak, toplumun güvenini kazanmış, iyi ve etkin işleyen, bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip olmamız kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Bireysel başvuruyla ilgili kararlarda Anayasa Mahkemesi yaşam hakkında kişi hürriyeti ve güvenliğine, adil yargılanma hakkından ifade ve örgütlenme özgürlüğüne, özel hayata saygı hakkından din ve vicdan özgürlüğüne, bir dizi temel hak ve özgürlüğün koruma alanını genişleten ve standartlarını yükselten bir yaklaşım benimsemiştir. Bu kapsamda mahkememiz, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmalarının önünü açan ve özellikle siyasal temsil hakkının demokratik toplumdaki önemini vurgulayan kararlar vermiştir.
Bireysel başvuru sayısının bugün itibarıyla 18 bin 9 oldu. Bireysel başvurunun başladığı 23 Eylül 2012'den bu yana toplam 20 bin 689 başvuru sonuçlandı.
Yargıçlar ve mahkeme kararları kutsal değildir. Herkes gibi yargıçlar da hata yapabilir, yanlış karar verebilir. Bu nedenle yargının eleştirileri normal karşılaması ve muhtemel hataları düzeltmek için dikkate alması gerekir.
Ülkemizin bugün itibarıyla ulaşmış olduğu ekonomik ve siyasal gelişmişlik düzeyinde yeni anayasa kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Şu anda ihtiyaç duyulan, anayasa yapımı sürecinin tüm aktörlerinin etkili bir irade ortaya koymalarıdır. Bilindiği gibi anayasa yapımı için elverişli bir iklime ihtiyaç vardır. Bu iklimin oluşması ise söylem ve eylemlerde kutuplaşmayı değil, diyalog ve uzlaşmayı öne çıkaran, dışlayan değil kucaklayan, yıkıcı değil yapıcı olan pozitif bir tavrı gerektirmektedir.
Yeni anayasa için elverişli iklimi hazırlamak da sivil ve siyasal toplumun tüm unsurlarıyla birlikte hepimizin ortak sorumluluğudur. Toplumun mümkün olduğu ölçüde tüm kesimlerinin sürece katılması ve bu ülkede yaşayan herkesin ortaya çıkacak olan toplum sözleşmesi niteliğindeki belgeyi benim anayasa duygusuyla sahiplenmesi ancak bu ortak sorumluluğun yerine getirilmesiyle mümkündür.
Ayrıca, anayasa yapımı sürecinde toplumsal ve siyasal aktörler arasında gerçekleşecek diyaloğun sağlıklı ve çarpıtılmamış iletişime dayanması, şiddet içermemek ve ötekinin varlığına kastetmemek kaydıyla her türlü görüş ve düşüncenin rahatlıkla savunulduğu serbest bir tartışma ortamının sağlanması gerekir. İkinci olarak yeni anayasanın bürokratik vesayetin tüm unsurlarını tasfiye ederek, demokratik siyasetin alanının genişleten, bunun yanında temel hak ve hürriyetleri tam güvenceye alan, hukuk devletini tüm kurum ve kurullarıyla tesis eden bir muhtevaya sahip olmalıdır."
Anayasa yapım sürecinde, Türkiye'nin anayasal tecrübesinin olumlu ve olumsuz yönlerinin mutlaka dikkate alınması gerektiğini kaydeden Arslan, "Bu ülke yaklaşık 150 yıldır anayasasını arıyor. 1876 Anayasasının mimarı Midhat Paşa, 1878 yılında yazdığı bir makalede anayasayı 'hastalıklarımızın yegane ilacı, iç ve dış düşmanlara karşı mücadelenin bize avantaj sağlayan tek aracı' olarak görüyordu.
İçini nasıl doldurursak dolduralım, iyi bir anayasa kadar belki ondan daha önemlisi iyi anayasa yorumcuları ve uygulayıcıları gereklidir.”
Başkan Zühtü Arslan, konuşmasının sonunda, emekli üyelere ve eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'a teşekkür etti.