LEYLA (BAŞAK KÖKLÜKAYA)
Bir şiirle başlıyor yolculuk... Şair gibi düşünmek çok zor, o yüzden her okur biraz da şair olmak zorunda. O yüzden, onun dizeleri bambaşka şeyler düşündürdü bana. Üniversite yıllarımda üzerinden geçtiğim raylar, ne eskimiştir şimdi! Leyla şairin adı. Pencereden akıp giden her insana, her renge, her ışığa bakarak yazıyor, yüzünde eksik olmayan bir gülümsemeyle... İnsan kendisine ilham veren her an böyle tebessüm edebilir mi? Hayatın ne kadar güzel olduğuna dair bir kıvılcım anlamına gelen o tebessümü ne çok erteledim ben! Leyla’nın tebessümü şiir yazmasından belki. Belki ilhamı ertelemektir bana acı veren. Yataklı bir vagonda, 25 yıl sonra lise arkadaşlarıyla buluşmak üzere memleketine giden Leyla ilhamı değilse de başka bi şeyleri tam çeyrek asır ertelemiş. Altında yatan duygu yüzleşmek istememek mi, bağ kuramamak mı, unutmak istemek mi, bilmiyorum... Tek bildiğim Leyla’nın iyi biri olmaya çalışan tarafımı çokça okşadığı... Başak Köklükaya dingin, zarif ve entellektüel Leyla rolüne çok yakışmış. Sesi ve bedeni yumuşacık bir hava estiriyor filmde. O tek başına kendi hikayesinin en güçlü kahramanı olabilecekken filmin üzerine oturduğu üçgenin bir kenarı haline geliyor. Ne bir eksik ne bir fazla. Tebrik ediyorum!
CANAN (ÖYKÜ KARAYEL)
Hemşirelik sevilmeden yapılabilecek bir meslek mi? Zor... Canan önce ölümü görmeye alışmış sonra hemşireliğe. Hepimizin en az bir kere hayal ettiği şeyi gerçeğe dönüştürmek istiyor. Oyuncu olmak onun en büyük düşü. Ama ne içine dönük ne dışına. Leyla’nın geçim derdi gibi değil onunki. İlhamın yerini para aldığında göz hiçbir şey göremez oluyor. Olmak istediğin şeye ulaşmak için gereken para seni bir trene koyup götürüyor işte. Para denilen şey, her ay başka bir silahla intihar etmek gibi. Canan aylığa bağlanan hayatını değiştirmek için yapıyor bu uzun yolculuğu. Dilinden düşürmediği “felan” kelimesini değiştirmesi gerektiğini öğrenecek yakında. “Falan” veya “filan”larla dolu oyunculuk hayatına attığı ilk adımı hiç unutmayacak. Kariyerinin kurs parasını nasıl kazandı sorusunun cevabı ise Canan’ın tüm hayatına ilham verecek. Öykü Karayel, can verdiği Canan karakteriyle fiziksel ve ruhsal anlamda Leyla’ya tamamen zıt bir manzara çiziyor. Ürkek, içindeki fırtınayı belli etmeyen, hatta konuşmaya bile üşenir görünen halini izlemek çok keyifliydi.
BİR TREN VE BİR RESTORAN DOLUSU İNSAN
Trenin rutubetli kokusunda zamanın ve insanın ruhu var. Belki sifonu çekilmemiş bir tuvaletin, sarhoş bir adama seslenişidir sıradaki tren düdüğü: Unutma diyordur, arkanda bıraktıklarını... Onca yalnızın onca durağın, onca kasabanın arasında, bir masada oturup yeni tanışmanın çekingenliğini üzerlerinden atmaya çalışan 2 kadın var. Sonra iki kadın daha giriyor o zorla açılan kompartıman kapısından. Trenin raylara attığı her bir çizik gibi o ikisinin hayatına ve milyarlarca hücresine kara lekeler zerkedilmiş. Biri dansçı kadınlardan diğeri anne. Birinin anası o kadın biliyorum. Nasıl düştü bu karanlığa, kimler ona “anam” diye seslenir? 4 kadının gizli imrenmelerle dolu sohbetinde uzunca bir süre bunu düşündüm. Ayşenil Şamlıoğlu’nun oynadığı feleğin çemberinden geçmiş Gülistan karakteri dokunaklı bir fıkra anlatır gibiydi. Hiçbir şeyden bahsetmeyip, her şeyi anlatabiliyor oluşuna hayran kalmamak mümkün değil. Usta olmak biraz da böyle bir şey sanırım.
Yiğit Özşener’in canlandırdığı Yavuz karakteri tüm yolculuk boyunca ruhuyla hikayenin sonlarına doğru bedeniyle karşınıza çıkacak. Benim en sevdiğim anlar o sahnelerde yaşanacak. Anlatmıyorum. Mutlaka izleyin! Yol, yolculuk, hayatta kalmak, kalabalık, sanat, şiir, kadın olmak, kaçmak, kalmak, görmek, ertelemek, engel olmak ve ölmeye karar vermekle ilgili düşüneceksiniz, söz...
İŞE YARAR BİR ŞEY FRAGMANI - İZLE
- Etiketler :
- Haberler -
- sinema
- Sanat