Haftanın filmleri

Bu hafta 7 film vizyona girdi.

Haftanın filmleri
Haftanın filmleri - 1

EVET AYNI AMA YİNE EĞLENCELİ. 

“BUZ DEVRİ 5: BÜYÜK ÇARPIŞMA” 

Meşe palamudunun peşinde ölüm pahasına koşturan Scrat’ten ayrı bir film beklerken seri beşinci bölümüyle karşımıza çıkıverdi. Scrat’in sakarlığı artık kozmik boyutlara ulaşmış diyebiliriz. Zira dünyaya çarpmak için olanca hızıyla ilerleyen dev bir göktaşı sözkonusu. Scrat ve arkadaşlarının hayatta kalabilmek için zamana karşı yarışı başlar sonra. Yeni karakterler de içeren bu eğlenceli animasyonun ABD’deki ilk eleştirileri pek parlak değil ama gayet keyifli göründü bize. Her şey, atmosferini zaten bildiğiniz bir serinin devam filminden ne beklediğinizle ilgili. Bazı aşinalıklar, aynı’lıklar olacak elbet ama yanınızda çocuğunuzla gidebileceğiniz daha iyi bir film bulamadık bu hafta. Kaldı ki, her zamankinin aksine filmi Türkçe dublajlı izlemenizi tavsiye ediyoruz çünkü Haluk Bilginer, Ali Poyrazoğlu, Yekta Kopan, Altan Erkekli gibi usta isimleri barındıran seslendirme kadrosu harika bir iş çıkarmış. 

(5 üzerinden 3,5 puan) 

TEK KİŞİLİK DEV KADRO!.. 

“ŞİMDİ NEREYİ İŞGAL EDELİM?” 

Michael Moore adını duymayan kalmamıştır umarız. Okullardaki silahlı katliamlardan Irak Savaşı’na, 11 Eylül saldırılarından sağlık sektöründeki yalanlara kadar “yolunda gitmeyen her şey” Moore’un radarına giriyor. Doğası gereği en “belgesel” film bile “kurgu”dur çünkü “bir şeyler söylemek” için tasarlanmıştır. Kariyerinde Altın Palmiye ve Oscar gibi iki büyük ödül de bulunan Moore ise bu kez neredeyse mockumentary(sahte belgesel) diyebileceğimiz bir işe imza atmış. Bunu bilerek yapmış ve mesajları yine yerli yerinde. Madem ki ABD işgalci bir güç, o zaman tek kişilik dev kadro olarak denizaşırı ülkelere gidilir, farklı medeniyetlerden örneklemelerle dönülür!. Filmlerinde hep “dünya bugün kötü bir yer ise bunda benim ülkemin suçu büyük” cümlesini kuran, ama bazen de “.. dünyayı kurtaracak olan yine bizim yüce değerlerimizdir” cümlesine geçiş yaptığı için eleştirilen Moore, bu kez o eleştirileri de bertaraf edecek gibi görünüyor. ABD’nin sadece askeri olarak değil kültürel açıdan da “işgal” ettiği yerlere kamerasını çevirerek yine güzel saptamalarda bulunmuş. Ama bir iki örnekten tümevarımsal sonuçlara çabuk evrilen bu anlatım tarzından herkes hoşlanmayabilir. Yine de damarlarındaki kanın kökeni İrlanda-İskoçya’ya kadar uzansa da has bir Amerikan vatandaşından bu sözleri duymak, dünyanın geri kalanına iyi geliyor. 

(5 üzerinden 3,5 puan) 

ROMANTİK BİR “1984” UYARLAMASI? 

“AŞK UĞRUNA” 

“Breathe In” ve “Like Crazy” ile birlikte yazar-yönetmen Drake Doremus’un bu filmle yani orijinal ismiyle “Equals”le “aşk üçlemesini” tamamladığı söyleniyor. Filmdeki gelecek tasviri çoğu kişiye yabancı gelmeyecektir. “Hissiz” insanlardan oluşmuş bir toplum görüyoruz. Film bazı yanlarıyla “1984”, “Fahrenheit 451” ve “Equilibrium” gibi yapımlardan esinlenmiş gibi duruyor, ama beslenememiş. O esintiler, gemiyi limana güç bela ulaştırabilmiş. Sonuçta amaç hasıl olmuş anlayacağınız. Nedir o amaç? Korkunç bir dünya savaşından sonra insanoğlu için en uygun yaşantının “his”lerden arınma olduğuna karar veren yasa koyucular, “aşk” dahil her türlü duyguyu yasaklıyor. Bu duyguya kapılanlara hasta muamelesi yapılıyor, yakalanıp tedavi edilmeleri gerekiyor. İşte böyle bir ortamda Silas ve Nia’nın belki de “evrimin hayatta kalma çabası” diye açıklayabileceğimiz bir bilinmezlikten doğan aşkıyla tanışıyoruz. Doğrusu Kristen Stewart ve Christian Hoult, birbirlerine gayet yakışıyorlar ama fiziksel güzellik dışında onları birbirine aşık edenin ne olduğu pek anlatılmıyor filmde. Zaten film bunu dert de etmiyor. “Dar alanda kısa bakışmalarla” işini halletmeye çalışıyor ama “aşk”a övgü diye okunabilecek bu metne yöneltilen eleştirilerden bakışlarını kaçırabileceği kadar büyük bir dünyası da yok filmin. (5 üzerinden 2,5 puan) 

İRAN-BREZİLYA HATTINDA KOMEDİ.. 

“BEN SALVADOR DEĞİLİM” 

İran’ın değil dünya sinemasının büyük kaybı Abbas Kiyarüstemi’yi henüz uğurladığımız şu günlerde İran-Brezilya ortak yapımı bu ilginç isimli filmin vizyona girmesi, dikkatimizi çekti elbette. Baştan söyleyelim: bu bir komedi filmi ama komik olup olmadığı izleyiciye bağlı.. 

İranlı Naser dinine bağlı bir öğretmen. Eşi ve kızlarıyla mutlu bir hayat sürmektedir. Günün birinde içi para dolu bir çanta bulur. Gider sahibini bulup iade eder. Tabii ödül vermek isterler Naser’e. Ama o kabul etmez. Sonunda bir Brezilya seyahatine ikna edilir! Kültür farklılığından beslenmeyi “günah/sevap” ikilemine indirgeyen bu komedi, Brezilya’daki Angela isimli kadının Naser’i eski sevgilisi Salvador sanmasıyla iyice karmaşıklaşıyor. Manuçehr Hadi’nin çektiği filmin şu ana kadar çok olumlu eleştirilerle karşılanmadığını vurgulayalım. 

(5 üzerinden 2,5 puan) 

FRANSIZ İŞİ.. 

“SOYGUN” 

Ülkesinde Michael Mann klasiği “Heat” ile kıyaslanan bu soygun filmi, o kadar ileriye gidebiliyor mu şüpheliyiz ama hayli gergin ve hareketli sahneler içeriyor. Soygun filmlerini sevenler, bu Fransız yapımında aradıklarını bulabilirler: Kardeşiyle birlikte başarılı soygunlar yapan Yanis, günün birinde baltayı taşa vuruyor. İşin içine mafya giriyor. Yanis ve çetesi mafya için soygun yapmak zorunda kalıyor. Julian Leclercq’in yazıp yönettiği filmin başrollerindeki isimler arasında -kusura bakmayın ama- Sami Bouajila dışındakileri pek çıkaramadık. Ama bu filmden sonra yönetmenin aksiyon sinemasına Fransız kalmadığını söyleyebiliriz.  

(5 üzerinden 3 puan)

BOLLYWOOD USULÜ ROCKY.. 

“SULTAN” 

Tamam, kahramanımız boksör değil aslında güreşçi. Ama merak etmeyin, iyi bir Bollywood filminde olması gereken ne varsa mevcut. Bir kere başrolde, Hindistan’ın sevilen aktörlerinden Salman Khan var. Sevdiği kız için mücadele, yere serilip yeniden kalkma, bir amaç doğrultusunda bilenen bir yaşam öyküsü ve elbette ki rengarenk koreografilerle bezeli bilimum müzik. Tabii bir filmi iyi yapan kural, Bollywood yapımları için de geçerli: “Vaat ettiğini yerine getiriyor mu?”. Vaat şu: Romantik sularda gezinen bir dövüşçü filmi! Bu açıdan filmin geçer not aldığını söyleyebiliriz: Ülkesindeki küçük bir köyde büyüyen Sultan Ali Khan, önce yerel sonra ulusal çapta güreş şampiyonu olur. Amacı olimpiyat altın madalyasıdır. Bu yolda ilerledikçe, aşık olduğu kız, yani Aarfa ile ilişkisi türlü sınavlar verir. Film, “bir dövüşçünün kişiliğinin ringde değil hayatta ortaya çıkacağını” söyleyerek serisini güzel bir cümleyle de tamamlıyor. Ali Abbas Zafar’ın çektiği 170 dakikalık bu hayli hacimli filmde “Rocky”, “The Wrestler” gibi drama ağırlıklı yapımları sevenler belki aradıklarını bulamayacak ama hayli renkli bir Bollywood filmi olduğunu ve bu sinemayı sevenlerin hayal kırıklığına uğramayacağını söylemek de boynumuzun borcu.  

(5 üzerinden 3 puan) 

OYUN MU SANDIN? 

“SİMÜLASYON” 

Sanal gerçekliğin çok konuşulduğu bugünlerde böyle bir dünyada geçen bu aksiyon-gerilim kırması aslında gayet hoş olabilirdi. 100 bin dolarlık para ödülü için kasklarını giyip sanal bir oyun turnuvasına katılan gençler, çok geçmeden oyunda kötü adamları öldürmekle oradan kurtulamayacaklarını anlar. Oyundaki kötü adamlar daha doğrusu yenilmesi gereken düşmanlar kendileridir! Bu haliyle hayli parlak bir fikre sahip gibi görünen bu İngiliz yapımı, oyunculuklar, vasat finale sahip bir senaryo ve bir yerden sonra tıpkı video-oyunlarında da hissettiğimiz o “tekrar” hissi nedeniyle vaat ettiğini başaramıyor ne yazık ki. 

(5 üzerinden 2.5 puan) 

Sayfa Yükleniyor...