Mektup 3: İşçiyiz diye ölüm bize reva mı?

Kot taşlama atölyelerinde çalıştıktan sonra iki kardeşiyle birlikte tedavisi imkansız silikozis hastalığına yakalanan Demir, ölen arkadaşlarının ardından sesleniyor: “Birer birer gidiyoruz. Çaresiz, kalbi kırık, katillerimizin cezalandırıldığını görmeden.”

Mektup 3: İşçiyiz diye ölüm bize reva mı?

Abdülhalim Demir, daha önce de “Leyleğin atılmış yavruları” ve “Ölümü beklemek nedir bilir misiniz?” başlığıyla kamuoyuna iki mektup göndermişti. Son olarak 2 Aralık’ta iki arkadaşları daha amansız hastalıktan ölüme yenik düştü. Yenik düştükleri şey sadece ölüm değil Demir ve binlerce silikozis hastasının. Seslerinin en gür çıkacağı yaşlarda ne olduğunu anlayamadan “çürüğe çıkmanın”, iş diye girdikleri kot taşlama atölyelerinin hayatlarını çalan birer ölüm makinasına dönüşerek kâr hırsına yenik düşmenin sahipsizliği. Sesleri daha ne kadar çıkar bilinmez, daha kaç yanıtsız mektup yazabilirler...

ARKADAŞLARIMIN ÖLÜMÜNÜ İZLERKEN...
Bir sonbahar akşamıdır, yüreğim soğuk! Sarmış ruhumu ölüm korkusu… Adına iş denilen kumlama atölyesinde yazmışım adımı zamansız ölüm listesine. Gün be gün omuz omuza çalıştığım arkadaşlarımın ölümünü izlerken bir sancı düşer ruhuma, yüreğim buz kesilir korkudan. 24 Ekim’de yitirdiğimiz arkadaşım Hüseyin gelir aklıma, nemlenir gözlerim, yaş dökülür pınarından…

En son geçen sene duymuştu Hüseyin’in feryadını benim sahipsiz güzel ülkem. Demişti ki “Yarın ölümü beklemem için gönderecekler beni köyüme, ambulans masrafını kendim ödemem gerekirmiş”... Bu garibimin son mesajıydı ülkesini yönetenlere... Hüseyin’im çaresiz dönmüştü köyüne, beklemişti göç etmeyi ebediyette... Geçim sıkıntısı, çaresizlik, ölüm bekleyişinde huzur vermemişti kendisine. Bir Temmuz gününde, Temmuz sıcağında ansızın yüreği buz kesilivermişti, boğazı düğümlenmiş, yattığı yatakta öylece kalakalmıştı ve gözleri nemliydi, tıpkı bu akşamki gözlerim gibi…

RUHU BİR ISLIK UĞULTUSUYLA ALMIŞTI BEDENİNİ
Çaresizliğe, geçim sıkıntısına dayanamayan eşi tarafından terkedilmişti Hüseyin’im. Bacası dumansız yuvasında, baş ucunda iki evladıyla baş başa kalmıştı. Garibim ölmüştü, bedeni emanet kalmıştı orada. Hassas, duygusal bir emanetti O artık…

Sürekli gözlerini kaçırırdı yavrularından. Dayanamazdı, kıyamazdı ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleriyle yavrularına bakmaya. Üç ay sonra ruhu bir ıslık uğultusuyla almıştı bedenini, çocukları kalmıştı ortada, garibim sessizce gitmişti kendi gibi zamansız ölüme yakalanan amca oğlu kot işçisi Beytullah’ın yanına...

EN BÜYÜK ÖLÜM ÇARESİZLİKTİR
Anladım ki insan bedeninde can varken de ölebiliyormuş. En büyük ölüm çaresizliktir. En büyük ölüm çocuğunun istediğini alamamaktır. Eşimin dedesi bazen beni teselli etmeye çalışır, “İnsanoğlu yaşar ve ölür, hepimiz öleceğiz. Bu korkunun seni üzmesine izin vermemelisin” diyerek. Şimdi cevabını yazıyorum “Evet, dedeciğim, senin yaşında gitmek sadece kişinin hayatında değişikliktir. Ama, 25-30 yaşlarında zamansız ölüme gitmek sadece kişinin kendi hayatında değişiklik değildir. Kişinin sorumluluğundakilerin hayatında da değişikliklere yol açar ve onları geleceksiz, çaresizlikle baş başa bırakır. Sen kurtulmuş oluyorsun, onlarsa ölmüş. Beni saran korku, ölümümden çok çocuklarımı çaresiz bırakma korkusudur.”

HEPİMİZ BİRER BİRER GİDİYORUZ
En son 2 Aralık’ta iki arkadaşımızı kaybettik. Adem İncirli ve Mustafa Kaleli. Onlar da sesiz sedasız gittiler. Hepimiz birer birer gidiyoruz. Çaresiz, kalbi kırık, katillerimizin cezalandırıldığını göremeden...

Kot Taşlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nden eski kot işçisi Abdulhalim Demir

Sayfa Yükleniyor...