Nehir büyücüleri

Amazon'a nasıl geldiler ve neden pembeler?

Nehir büyücüleri

Amazon yunusları Inia geoffrensis bildiğimiz yunuslara pek benzemiyor. Acaba Amazon'a nasıl girdiler? Ve de erkekleri neden pembe?

National Geographic Türkiye Haziran ayında bu sorulara cevap arıyor.

Yunuslar ağaçların arasında yüzüyor. Yılan gibi eğrilip bükülen bedenleriyle dalların arasında kayarcasına ilerliyor ve ağaç gövdelerinin etrafından kıvrılıp geçiyorlar. Kurbağa yeşili balıklar yaprakların arasından ok hızıyla her fırladığında, şeker pembesi yunuslar uzun ve keskin dişli, gaga gibi burunlarıyla onları yakalayıp yutuyor.

Bu, Gabriel García Márquez'in bir romanından alınmış düşsel bir sahne değil; yukarı Amazon bölgesinden, Iquitos'tan (Peru), nehrin akıntı yönünde yaşanan bir yağmur mevsimi sahnesi. Nehir, yağmur ormanını sular altında bırakmış, tatlısu yunuslarını ormanda avlanmaya çağırıyor.

Amazon yunusu (Inia geoffrensis), okyanuslarda yaşayan atalarından yaklaşık 15 milyon yıl önce, Miyosen döneminde ayrıldı. San Francisco'daki California Bilimler Akademisi biyoloğu Healy Hamilton, o dönemde deniz düzeylerinin daha yüksek olduğunu ve Güney Amerika'nın, aralarında Amazon Havzası'nın da bulunduğu geniş bölgelerinin, acısu tipinde sığ sular altında kalmış olabileceğini söylüyor. Hamilton'ın varsayımı, Amazon yunuslarının içdeniz çekildiğinde nehir havzasında kalıp evrimleşerek bu olağanüstü yaratıklara dönüştükleri yönünde. Bu yunusların tombul ve şişkin görünümlü bir alınları var. İnce uzun çeneleriyse karmakarışık bir dal yığını arasından balık kapmalarına ya da çamurlu zemine daldırıp kabuklu yakalamalarına uygun bir yapıda. Deniz yunuslarından farklı olarak, 90 derecelik bir açıya kadar bükülebilmelerine olanak tanıyan, kaynaşmamış boyun omurlarına sahipler ve bu, ağaçların arasından kayarcasına ilerlemeleri için ideal bir donanım. Aynı zamanda, bu yunuslar daha geniş yüzgeçlere, daha kısa bir sırt yüzgecine ve küçük gözlere sahipler.

Çamurlu sularda avlarının yerini hataya yer bırakmayacak kesinlikte bulmalarına yardımcı olan şey ise bu küçük gözler değil, ekolokasyon. Yani gönderdikleri yüksek frekanslı ses dalgalarının çevrelerindeki cisimlere çarpıp geri dönmesi ve bu esnada geçen süre sonucu oluşan yansımalarla üç boyutlu olarak şekillenen "işitsel görüntü". Gerek önlerinde uzanan nehir, gerekse dallar ve benzeri engeller ve tabii avlarının konumları hakkında bu sayede bilgi sahibi oluyorlar.

200 kilograma ulaşan ağırlıkları ve iki buçuk metreyi bulan boyları ile Amazon yunusları -yerel dilde boto adıyla biliniyorlar- dört nehir yunusu türünün en büyüğü. Diğer türlerin yaşadıkları yerler ise Hindistan'ın Ganj ve Pakistan'ın İndus nehirleri ile Çin'deki Yangtze ve (Arjantin ile Uruguay arasındaki) Río de la Plata. Hamilton, tüm nehir yunuslarının görünüşte birbirlerine benzediklerini söylüyor, ancak bu dört tür aynı ailenin üyesi değil. Gerek Hamilton gerekse diğer bazı araştırmacılar tarafından yürütülen DNA çalışmaları, günümüz deniz yunuslarının bağımsız bir grup olarak ortaya çıkmasından önce nehir yunuslarının en az üç farklı durumda, ilk olarak Hindistan'da ve daha sonra da Çin ve Güney Amerika'da, ilkel deniz memelilerinden (balinaları da içine alan Cetacea takımından) evrimleştiklerini gösteriyor. Paralel evrim olarak bilinen evrimin bir örneği olarak, coğrafi açıdan yalıtılmış ve genetik açıdan farklı olan bu türler benzer nitelikler geliştirdiler çünkü benzer ortamlara uyum sağlıyorlardı.

Amazon yunusları, her yıl ilkbahar aylarında eski alanlarını bir parça olsun tecrübe edebilmek için, yaşadıkları nehir kanalının sınırlarını terk ediyor. Batı Brezilya'daki Mamirauá Koruma Alanı, Amazon'un iki kolunun taşkınlarla binlerce kilometrekarelik orman alanını yılın yarısı boyunca sular altında bıraktığı ve bölgeyi, devasa ağaçların gölgelediği bir denize dönüştürdüğü yer. İngiltere'deki Kent Üniversitesi'nden Tony Martin son 16 yıldır yunuslar üzerindeki çalışmalarını burada yürütüyor. Martin ve Brezilyalı meslektaşı Vera da Silva, dişi yunusların özellikle ormanın daha da derinlerine doğru yöneldiğini keşfetmiş -bunun nedeni belki de saldırgan, parlak pembe renkli erkeklerden korunma çabası. Dişiler çoğunlukla gri renkteler; erkeklerin sahip olduğu pembe renk ise, Martin ve da Silva'nın görüşüne göre, yara dokusu.

Martin, "Erkekler birbirlerinin canını çıkarıyor" diyor. "Vahşiler. Birbirlerinin çenelerini, kuyruklarını, yüzgeçlerini, nefes deliklerini dişleyerek yaralayabilirler. Büyük erkeklerin her yanı gerçekten de yara dokusu ile kaplı." Martin, erkekler arasında sadece küçük bir grubun renginin parlak pembeye dönüştüğünü söylüyor ve bunlar da dişilerin en çekici bulduğu yunuslar oluyor -en azından, suların çekildiği ve her iki cinsin de bir arada, dar bir bölgede yaşamak zorunda kaldığı çiftleşme mevsimi sırasında. Bazen de çeneleri ile yabani otlar ya da bir odun parçası alıp, kendi eksenleri etrafında 360 derecelik bir dönüş yapıyor ve çenelerinde tuttukları nesneyi hızla suya çarpıyorlar. Bölge halkı, yıllardır, bu hareketin bir oyundan başka bir şey olmadığına inansa da Martin, yalnızca erkek yunusların bu tür şeyler taşıdığını ve bunu da yalnızca dişiler yakınlarında olduğu zamanlarda yaptıklarını keşfetmiş. Dahası, bu tür fiyakalı davranışlar sergiledikleri zamanlarda, kavgaya tutuşma olasılıklarının da 40 kat daha fazla olması. Martin, insanlar ve şempanzeler dışında hiçbir memelinin gösteriş yapmak için bir şeyler taşımadığını söylüyor ve ekliyor: "Aynen bir erkeğin hava atmaya çalışması gibi; yani bir Ferrari sahibi olmanın eşdeğeri."

Sayıları belirsiz olsa da, en az 100 bin bireyin varlığını sürdürdüğünü söyleyen Martin'e göre gidişat endişe verici. Üzerinde çalıştığı Mamirauá Koruma Alanı'ndaki popülasyonun birey sayısı son yedi yılda yarı yarıya azalmış. Martin, balıkçıların yunusları yem yapmak için avladıklarını ve ayrıca ağları ile onları kazara öldürdüklerini söylüyor.

Bir zamanlar böyle bir şey akla getirilemezdi bile. Amazon halk inanışında boto bir encantado idi, yani arada bir insan şekline bürünerek kadın ve erkekleri ayartmak ve onları kendi sihirli sualtı kentine götürmek için nehirden çıkan, şekil değiştirebilen büyülü bir varlık. Kimileri de nefes deliği ve şişkin alnını gizlemek için şapka taktığına inanıyor. Bu öyküler modern kulaklara inanılmaz geliyor ve bu bir anlamda talihsiz bir şey. Çünkü botonun günümüz dünyasında hayatta kalabilmek için olasılıkla çok daha büyük bir kitleyi büyülemesi gerekiyor.

Nehir Yunusları: İlginç Bir Klan

Birbirinden uzak bölgelerde yaşayan dört tür, paylaştıkları benzer yaşam alanları ve bedensel özelliklerinden hareketle kabaca nehir yunusu adı altında gruplandılar. Uzun çeneler, kısa sırt yüzgeçleri ve nehir yaşantısına uyum sağladıkları diğer özellikleri, onları denizlerde yaşayan kuzenlerinden ayırıyor.

Amazon yunusu (Inia geoffrensis) Nehir yunuslarının en büyüğü ve popülasyonu tahmini en az 100 bin olan boto, Amazon ve Orinoco nehir sistemlerinde geniş bir alana yayılıyor.

Franciscana (Pontoporia blainvillei) La Plata yunusu olarak da bilinen bu tür, Atlas Okyanusu'nun kıyı sularında ve acısu içeren haliçlerde yaşıyor. Nüfusu 70 bin civarında olabilir.

İndus ve Ganj yunusları (Platanista gangetica) Şimdilerde tek bir tür olarak tanımlanan, Pakistan'da bhulan ve Hindistan, Bangladeş ve Nepal'de de susu adı ile anılan bu yunuslar tehlike altında: Birey sayısı yalnızca 3-4 bin kadar.

Yangtze yunusu (Lipotes vexillifer) Yangtze Nehri çevresindeki yapılaşma ve balıkçılık, tüm bir baiji neslini tüketmiş durumda. 2002'den bu yana türe ait herhangi bir bireyin görüldüğü yönünde -resmi olarak onaylanmış- bir bildirim yok.

Sayfa Yükleniyor...