Lisedeyken yeni bir kitap veya bir albüm çıktığında elden ele, dilden dile dolaşırdı. O özel paylaşımlardan birinin yaratıcısı Ingvar Ambjörnsen’di. “Beyaz Zenciler” kitabını başımızın ucunda değil üstünde taşıdık. Çünkü beyaz olmamıza rağmen zenciydik. Zincirlerimiz vardı. Hem kıyafetlerimizde hem de ruhumuzda. Kurt Cobain öldüğünde, zincire yeni bir halka daha eklendi. Bizim gibi olanların bizden gidişiyle küçüldük. Büyüdükçe şükretmeye başladık. Hayat koşuşturmasında kokuştuk. Değiştik, dönüştük. Ama içimizde, çok derinlerimizde, ufacık bir ışığın aydınlattığı o küçük karanlığımızda hep zenci kaldık. Dünya adaletsiz bir yerdi, insan var oldukça bu kural değişmeyecekti. Okuduk, izledik. Birileri vardı bizim gibi düşünen. Yine şükrettik. Barry Jenkins de o adamlardan biri. Siyahi bir yönetmen. Adını bu yıl duyurabildi. “Moonlight” gibi sessiz bir çığlığa imza attı.
ACININ 23 HALİ!
“6. His” filmini izlediğim günü dün gibi hatırlarım. Sinema salonlarının küçülmediği zamanlardı. Kocaman bir karanlıkta, salonca şaşkınlığa bulanmıştık. Aslında bizler de Dr Crowe gibi öldüğünün farkında olmayan, boşlukta salınan, bazen birbirine değen ruhlardık. Manoj Nelliyattu Shyamalan, gerilim efektini kullanarak zihinlerde küçük boşluklar açan garip bir adam. “The Happening” gibi, salondan çıktığımda bir süre kendime gelemediğim, o süre içinde düşündüklerimi, bir gece sonra anlamlandırabildiğim bir filmin yönetmeni. Yeni filmi “Spilit”in fragmanını görünce de heyecanlandım. Mark Wahlberg ve Bruce Willis’in gibi ünlü isimlerle çalışan yönetmen bu kez James McAvoy’u başrol koltuğuna yerleştirdi. McAvoy, 23 farklı karakteri ruhunda taşıyan bir adama, Kevin’e hayat verdi. Hikaye, diğerleri kadar heyecanlı değildi. Beni ilgilendiren tarafı Kevin’in de bir beyaz zenci oluşuydu. Annesinden şiddet gören, büyürken küçülen Kevin, içindeki 23 karaktere sığınmıştı. Yaramaz bir çocuk, gey bir modacı, temizlik hastası bir adam, despot bir kadın, acımasız bir katil... “Çoklu kişilik bozukluğu”... Çocukken yaşanan travmalar sonucunda nadiren ortaya çıkan hastalık. Yeryüzünün en temiz çocuklarını kirleten ve onları içlerindeki karakterlere mahkum eden kocaman gölgeler. İşte Kevin da o gölgelerden kaçmak için tam 23 limana sığındı. Hangi ayakkabıyı alsam kararsızlığını saatlerce yaşayan normal bir zihnin yanında, bir gün içinde 23 farklı düşünce biçimine, karaktere giren, hasta olmak zorunda bırakılan yapayalnız genç bir adamdı Kevin. James McAvoy, rolden role girerken öyle yoruldum ki, onun performansını takdir ederken, ruhunda en az iki kişiyi barındıran, yaptğı hiçbir şeyi isteyerek yapmayan, başkalarının açtığı delikleri ilaçlarla kapatmaya çalışan insanlara saygı duydum. Benim izlemekle yetindiğim bu hikayeyi onlar yaşıyordu çünkü. Yaşamak bir sanattı ancak o kitabın yazarı sen olduğunda anlamı vardı yaşamanın, biri özenle dolduracağın sayfaları, daha işlenmeden yırttığında değil.
Bu filmleri, kaybetmek zorunda bırakılanlara, acıyı sessizce, feryat etmeden, kimselere göstermeden çekenlere, kim olduğunu kendisinin bile duyamayacağı şekilde içine içine söyleyenlere, beyaz zencilere ithaf ediyorum.