1993’te darbe oldu, iktidar el değiştirdi!

Can Dündar Diyarbakır Cezaevi’nde bir dönem “PKK’nın İkinci Adamı” olarak bilinen Şemdin Sakık ile NTV için görüştü.

Haberler 19.01.2010 - 12:07

Şemdin Sakık, 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle başlayıp Eşref Bitlis, Cem Ersever, Bahtiyar Aydın’ın öldürülmeleriyle süren ve Özal’ın ölümüyle bir iktidar değişikliğine yol açan sürecin aslında “barışçı çözüm isteyenlerin tasfiye edildiği, şiddetle çözümü savunanların başa geldiği kanlı bir darbe” olduğunu savundu. 33 erin katledilmesini de “Bu zincirin bir halkası” olarak yorumlayan Sakık, “33 er silahsız olarak örgütün önüne atıldı” dedi.

Can Dündar Milliyet gazetesinde de yayınlanan Sakık röportajına ilişkin yazısına şöyle başlıyor ;

“Dile kolay; üst üste iki gece aynı yerde yatmadan, bazen ağaç kovuklarında bazen mağaralarda saklanıp sadece otlarla beslenerek, en yakınlarının ölümünü izleyerek, her an tetikte bekleyip yeri geldiğinde acımasızca öldürerek geçen 18 yıl...

Sonra bir kadına gönül vermiş...

“Silahın artık çare olmadığı”na inanmış...

Önce Barzani’ye sığınmış... sonra yakalanmış...

Her gece aynı yerde yatacağı hücre dönemi başlamış.

12 yıldır Diyarbakır Cezaevi’nin bir hücresinde yaşıyor Şemdin Sakık...

Kendi deyimiyle “dershane”sinde...

Görüşe geleni yok. Avukatı, arkadaşı, arayıp soranı yok. 5 yıldır tek görüşe çıkmamış.

Her sabah 6.30’da kalkıyor. Günde 10 saat çalışıyor. TV izliyor, gazeteleri okuyor, kitap yazıyor. Kilo almamak için kitabını volta atarak okuyor. Penceresi önüne gelen kuşları, kedileri besliyor.

30 yılı dağlarda ve hücrede geçen ömrünün muhasebesini yapıyor.”

Dündar’ın Sakık röportajında dikkat çeken satırlar şöyle ;

ÖNÜNÜZDE DİZ ÇÖKÜP DİYORUM Kİ:  “BEN YAPMADIM!”
Öncelikle orada şehit düşen 33 er, 5 sivilin anne babalarına ve genelde bütün bu kavga ortamında hayatını kaybeden insanların ailelerine başsağlığı diliyorum, acılarını paylaşıyorum ve ben de aynı acıları yaşıyorum.

Zaten kardeşlerimi kaybettim, hayatımı, her şeyimi kaybettim orada… Ve sizi onların temsilcisi olarak değerlendirip önünüzde diz çöküp şunu söylüyorum:

Şerefim, namusum üzerine yemin içerim ki bu olayın ne talimatını verdim, ne planlamasını yaptım, ne de bu olaya katıldım.

ÖRGÜT “YAPIN” DEMEDİ
“Örgüt açısından ele alalım:

Örgüt ‘Gidin orada 33 askeri vurun’ diye talimat vermedi.

Kesinlikle tek kurşun sıkılmadı ateşkeste... Çatışmalar irade dışıdır. Karşınızdaki gelir, çatışırsınız. Onun dışında talimatlara bağlı kalındı.

Zaten ateşkes ilan edildiği zaman, iklim koşulları operasyona müsait değildi. Fakat iklim koşulları uygun hale gelir gelmez askeri operasyonlar başladı. Örgüt lideri de ateşkese rağmen operasyonlar yoğunlaşınca, her gün 5-10 militan ölünce, Genelkurmay’ın da, askeri birimlerin de dinlediği sahra telsiziyle tüm birimlere açık bir konuşma yaptı:

‘Siz de misilleme yapın’ dedi.

O talimat doğrultusunda bazı birimler yol kesti, kimi mayın yerleştirdi, kimi gidip karakola kurşun sıktı.” 

BU SAVAŞ BİTSİN İSTİYORDUM
“Ben ise ateşkese belki herkesten fazla bağlı kaldım. Bir gerekçem de vardı: Bir yıl öncesinde bir kızı sevmiştim ve benim için Kürdistan da, dava da, silahlı mücadele de, hepsi ondan sonra bitmişti. Ben ona Türkiye’yi satardım. ‘Bu iş bitsin ne olursa olsun’ havasındaydım. Diyorlar ki ‘Ateşkesi Şemdin bozdu.” Kesinlikle öyle bir şey yok.
Ayrıca ben o zaman Diyarbakır’daydım. Bölge komutanıydım. Sonradan bütün silahlı birliklerin komutanlığını üstlendim. Örgütün karşı çıkmasına rağmen bu eylemi ben yapmış olsaydım, bu görevleri bana vermemesi gerekirdi. Ya eylemi tasvip etmiştir ya da ben yapamamışım.

ÖRGÜTÜN ÖNÜNE ATTILAR
“Eylem olacağını telsizden dinledikleri halde korumasız asker gönderdiler. Ordunun tarihinde böyle bir şey yoktur. Bir yerde bozuk bir tank olsa başına 50 yıl nöbetçi dikilir. O bölgede bırakın askeri, korumasız sivil bile gezmiyordu. Bütün bunları yan yana getirdiğimde diyorum ki; 33 er savunmasız olarak örgütün önüne atıldı.

Eylemi yapan Celal Barak, Diyarbakır cezaevinde 10 yıl aralıksız işkence görmüş biridir. Daha sonra bir çatışmada yaralı ele geçirildi. Alıp konuşturulması mümkün iken öldürüldü.

Ayrıca Yeşil’in oğlu da babasının o gün Bingöl’de olduğunu yazdı.

Öcalan, önce BBC’ye çıkıp eylemi üstlendi. “Bu bir misillemedir” dedi. Tepkiler oluşunca bana yükledi.

Sayısını bilmediğim kadar çatışmaya girip polis, asker, korucu vurmuşumdur. Ama şerefim üzerine yemin ediyorum ki, ben silahsız bir tek adama ateş etmedim.

Daha sonra mahkemede de bunu kanıtladım ve o olaydan beraat ettim.

1993’TE KANLI BİR DARBE OLDU
Şimdi bu olayı ben şöyle değerlendiriyorum: 1993’e henüz girerken Uğur Mumcu vuruldu.

1.UĞUR MUMCU (24 OCAK 1993)

Uğur Mumcu, PKK’nin diğer karanlık ne diyelim MİT’le, oluşumlarla ilişkilerini araştırıyordu. Bu savaşın öyle görüldüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Aslında bir savaş karşıtlığı vardı; onu oluşturuyordu. Bu işin bitirilmesini anlatmaya çalışıyordu; o vuruldu.

2.EŞREF BİTLİS (17 ŞUBAT 1993)

Hemen ardından daha sonra öğreniyoruz ki yani bu Kürt sorunu konusunda Eşref Bitlis’in Özal’la birlikte hareket ettiğini öğreniyoruz. Yani evet; silahlı militanlara karşı en alasından savaş ama başka yöntemler de geliştirme yöntemlerini düşünüyor ve o da uçağı düşüyor, ölüyor. Bir ay sonra mı oluyor hemen ardından… O da Jandarma Genel Komutanıdır.

3. TURGUT ÖZAL (17 NİSAN 1993)

Sonrasında “Federasyonu da tartışabiliriz” diyen, Kürt liderlerle ilişki kuran, Barzani ile Celal Talabani ile ilişki kuran, onları Türkiye’ye davet eden, Kürt Partisi HEP’i oluşturan Turgut Özal’ın ölümü gündeme geliyor. Ve bu da halen netleşmemiş; ailesi de bu konuda kuşku duyuyor.

4. DEMİREL CUMHURBAŞKANI ÇİLLER BAŞBAKAN

Sonrasında yönetim değişiyor. İşte statükoyu temsil eden, ismi geçtiğinde statüko olarak algıladığım Demirel Cumhurbaşkanı oluyor. Tansu Çiller de Başbakan oluyor.

5. TUĞGENERAL BAHTİYAR AYDIN (22 EKİM 1993)

Sonrasında o kadar savaş ortasında korkunç her yerde yol tutuluyor, pusu atılıyor, kan gövdeyi götürüyor.  Ve sonra geliyoruz sonbahara doğru operasyonlara bana yönelik operasyonlar var. Tam bana yönelik böyle 300 kişi ile karşı karşıya gelmişler. Lice’de sahte bir çatışma oluşturuluyor. 

Bahtiyar Aydın, Tugay Komutanı, o da jandarma; o vuruluyor. O olay da ben bazı ayrıntılarını çok iyi biliyorum. Onu da geçeyim şimdilik.

6. CEM ERSEVER (EKİM 1993)

Hemen ardından komutanın emrinde çalışan istihbaratın başı Cem Ersever bir suikasta kurban gidiyor. Cem Ersever kitabı yanımdadır, okudum. Sonunda geliyor diyor “Bu iş böyle yürümez”. Kitabında anlatıyor yani: Radikaldir, savaşçıdır, vurucudur, kırıcıdır, ama işin içinde olduğu için “bu iş böyle yürümez” noktasına gelmiştir; tıpkı benim gibi…

1993 DARBESİ
Şimdi yılbaşından yılsonuna kadarki olaylar zincirine bakalım:

Eh bunlar arasında 11 tane Kürt köylüsü var, 11 tane üniversite öğrencisinin vurulması var. İşte köylerin baskını var, bizimkiler tarafından…

Bunların hepsini bir tablo oluşturalım: önüne geçip bir bakalım:

Benzer bir yıl yoktur; ne öncesinde ne sonrasında…

Yani bu kadar kanlı bir yıl yoktur.           

Şimdi buna bir isim takmamız gerekiyor:

33 asker olayını da bu zincirin bir halkası olarak görüyorum.

Genel tablo budur benim açımdan, yani münferit bir olay değildir bu...

ÖBÜRLERİ DARBEYSE BU NE?
Bu bir darbedir. Çünkü içinde hem kan var, hem yönetim değişikliği var; (yani Cumhurbaşkanı da değişmiştir, Jandarma Genel Komutanı da değişmiştir, Başbakan da değişmiştir. İstihbaratın başı da değişmiştir) ve onun da ötesinde, ondan sonra 94-95’e yayılan çok korkunç bir şiddet ortamı geliştirilmiştir.

Yani eğer 12 Eylül bir darbeyse, 28 Şubat bir darbeyse bu da bir darbedir.

Kime karşı geliştirilmiştir?

Kürtlere karşı…                

PKK’ye de karşı da değil…

Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesini isteyenlerin tasfiye edilmesini bu sorunun kanla bastırılmasını savunanların iktidara getirilmesi…

33 ER NASIL ÖLÜME GİTTİ?
(kağıda harita çiziyor)

Bazı şeyleri çizmekte de yarar var.

Şimdi burası Bingöl...

Burası Elazığ…

Bingöl’den bu kadarı çıkarsın, bu kadarı ovalıktır. Yol kesmeye müsait değildir.

Elazığ’dan da çıkarsın ovalıktır. Yol kesmeye müsait değildir.

Bizim herhangi bir grubumuz, hiçbir zaman buralarda yol kesmemiştir. (..)

Genelkurmay Başkanlığı (..) bizim telsiz cihazlarımızı, hem de büyük telsiz cihazımızı günlük olarak dinliyor. Saatlik olarak dinliyor. (..) Ve bu telsizlerden “Yol kesin, eylem yapın” talimatı veriliyor. Herkese veriliyor. Genel bir talimat… Ne yapıyorlar? Bu bu talimata rağmen, burada eylem olacağını bildikleri halde, buraya korumayla asker getiriyorlar, tam sınıra geldiklerinde “Buradan sonrasını artık siz gidin, sizin göreviniz bitti” diyorlar. Elazığ askeri geri çekiliyor, korumaları buraya da gelmiyorlar.  Bunlar savunmasız buraya geliyor pusuya düşüyorlar. Bunları indiriyorlar pusu iki taraflı atılıyor. Yani yollar kesiliyor. Bunları indiriyorlar. “Ne yapalım, ne edelim” diye tartışırken, bir panzer geliyor, bunlarla çatışmaya giriyor ve bu çatışma esnasında vurup vurmama, bazılarını götürme tartışması başlıyor.

“SAĞ ELE GEÇECEĞİNE ÖLSÜN”
Haydi diyelim ki güvenlik vermediniz. Benim eleştirim şu ki, ordu tarihinde böyle bir şey yoktur: Bir yerde bir tane bozuk tank, bozuk araba olur, 50 yıl da orada olsa başına nöbetçi dikilir. Ben bu bölgede de korumasız değil asker, sivillerin de dolaştırılmadığını biliyordum o yıllarda... Bunu yapmadılar.

Örgüt almış 50-60 tane silahsız askeri... Diyelim bir binaya girmiş, binadakileri rehin almış. Siz buna silahlı müdahale yaparsanız bu rehinlerin öldürüleceğinden kaygılanmıyor musunuz?

Ben bunu şöyle yorumladım:

Ya bilinçlidir ya da “sağ ele geçeceğine ölsün” mantığıdır. Bu, militanları tahrik eden bir faktördür.

Bu birliğin başındaki adam da Celal Barak isminde birisi… 12 Eylül döneminde Diyarbakır askeri cezaevinde 10 gün üst üste işkence görmüş bir adamdır. Yani o 12 Eylül işkencelerinin hepsini tatmış bir adamdır.

Bir başka faktör daha var:         

Yeşil’in oğlu yazdı:

“O saatte babam Bingöl’deydi.  O olay olduğu zaman farklı bir yoldan geldi” diye kendisi yazmıştır.

33 ER SAVUNMASIZ OLARAK ÖRGÜTÜN ÖNÜNE ATILDI
Bütün bunları yan yana getirdiğimde diyorum ki; 33 er savunmasız olarak örgütün önüne atıldı ve örgütün başındaki  kişinin o zaafı devreye girdi.

Sonra da bunları kurtarmak için müdahale yapıldı.

Bazı gaziler diyorlar ki “Helikopter de bizi taradı, öyle bir müdahale yapıldı.”

Ve bunlar böyle infaz edildiler, yani önceden bunların planlarında da yoktur. O anda gelişmiştir ve bu birilerinin ya görev ihmali ya bilinçli olarak onları savunmasız bırakması…

BEN RADYODAN ÖĞRENDİM
Ben Diyarbakır’dayım. Haberim yok. Kulp’un arkasında bir birliğin başındayım. Orası başka bir bölgedir.

Haberi radyodan dinledim: Dedi ki işte “Bingöl- Elazığ yolunu kesen teröristler 33 silahsız askeri kurşuna dizdiler.”

Ben dedim: “Yaa ney? Siz dalga mı geçiyorsunuz?”

Kendi kendime ha...

“Nasıl oluyor? Bu bölgede silahsız asker mi olur? Silahsız sivil yok bu bölgede...”

Hatta kıskandım da: 

“Nasıl olur bir komutanımız böyle 33 askeri bir anda öldürmüş” dedim. Hani komutanlar arasında, gruplar arasında öyle bir rekabet var.

Sonra işte aklıma gelmezdi ki dönüp iş benim üzerime yığılacak. Devletin benim üzerime yığmasını da o zamanki operasyonlara bağlıyorum. Çünkü devlet, burada görev yapan güvenlik kuvvetleri veya siyasi kişilikler, benim bölgede ne kadar tanındığımı, tutunduğumu, “efsane komutan” olarak ortaya çıktığımı biliyorlardı. Benim ölüm de dirim de onlara zarar veriyordu. Yani o dönemde beni öldürselerdi dirimden daha çok zarara uğrardı devlet...

“Ne yapalım? Bu olayı onunla izah edelim” dediler. Beni cani gösterdiler.

Bir komutanı canileştirmenin iyi bir yoluydu bu:

Yani Şemdin Sakık barış sürecini bozan, silahsız insanları karşısına geçirip kurşuna dizen bir canidir.

Abdullah Öcalan ise olaydan sonra sahiplendi. Hatta BBC’ye çıktı: “Bu, bir misillemedir. Operasyonlar devam ederse devam edeceğiz” dedi. Sonra kamuoyunda tepkiler oluşunca bu sefer bana doğru kaydırmaya başladı. Biraz örgüt içerisinde kendi fikirleri doğrultusunda hareket eden, bir de halk içinde tanınan bir insan olmamdan ürktü. “Ne edeyim? Bu bir fırsattır, bu fırsatı değerlendireyim” dedi. Üzerime yığdı.

SİLAHSIZ BİRİNİ ÖLDÜRMEM
Ve ben şerefim üzerine yemin içiyorum. Birisi de tespit etsin benim bir tek kişiyi öldürdüğümü; gelsin herkes bana tükürsün.

Ben öldüremem.

Haaa ben sayısını bilmediğim kadar çatışmaya girmişim, sayısının bilmediğim kadar asker, korucu, polis vurmuşum. Ben “adam vurmamışım” demiyorum, ama ben silahsız adamı vurmamışım. Ne örgüt içinde, ne örgüt dışında vurma talimatı da vermemişim. Ben bu kadar kendime güveniyorum; kalktılar bunu benim üzerime attılar.

BEN YAPMADIM!
Ben örgüt içinde bu olayın yanlış olduğunu savunmadım. Doğru olduğunu da savunmadım. “Kesin ben değilim” dedim. Bu kadar yani...

Şimdi onun tartışması zaten hiç yapılmadı. “Doğru mudur, yanlış mıdır? Zamanlaması nasıldır” falan...

Geldim sorguya... Sorgucular bu işi gündeme getirdiler. Bunu da eylemler arasında sıraladılar. Dedim ki:

“Siz bizim küçük telsizlerimizi dinliyordunuz, büyük telsizlerimizi dinliyordunuz, bizim günlük olarak ne yediğimizi, ne içtiğimizi biliyordunuz. Ayrıca bütün belgelerimiz ya ölüler üzerinden elinize geçti ya sığınaklarımızda elinize geçti. Ayrıca O anda benim yanımda olan, olay mahallinde olan onlarca insan gelip size teslim oldu. Halen cezaevinde o 33 asker olayına katılan birkaç adam var. Bir tanesinin, bir ifadelik cümlesini çıkarın. Bir konuşmamda, örgütün bir konuşmasında, bir belgesinde, herhangi bir yerinde bir delil çıkarın, ben kabul edeyim. Bir tek delil...”

Dediler ki “öyle bir şey yok, ama medya öyle söylüyor, halk öyle söylüyor, herkes öyle söylüyor.”

Eğer halka göre, medyaya göre yaparsanız o başka bir iş... Savcılığa gittim, aynı şeyi savcıya da anlattım:

“Savcım bana bir belge sun” dedim.      

Çıkaramadı. Belge yok ortada. Halbuki Türk ordusu ve polisi PKK’yi kendinden daha iyi tanır. PKK’nin her militanının nerde, ne zaman, ne yaptığını çok iyi bilir. Çünkü her gün onlarca insan geliyor teslim oluyor veya buradan insanlar gidiyor. Dedim ki tespit edin benim o bölgeye gitmişliğimi tespit edin ben yine kabul ederim.

Mahkemeye çıktık, mahkemede bütün savunmamı bir tarafa bıraktım. Çünkü biliyordum, bu büyük bir oyundur, büyük bir suçlamadır ve bunun için çözmem lazım. Artık onlar beni bıraktı, ben onları bırakmadım. Her duruşmada bunu açtım, her duruşmada bunu hakime dayattım. Beni yargılayan mahkemenin bir üyesi, bir de savcısı askerdi. Mahkemenin ismi de Devlet Güvenlik Mahkemesi’ydi. Ve biliyoruz ki terör suçları söz konusu olduğunda hemen bildiklerini yazarlardı.

Sonuçta şöyle bir karar çıktı:

“Şemdin Sakık’ın talimatını verdiği ya da planlamasını yaptığı yönünde herhangi bir delile rastlanılmamıştır.”

Talimatını vermediğim, planlamasını yapmadığım eylemin içinde ne işim var?

BENİ OLAY YERİNDE GÖRDÜĞÜNÜ SANANLARA…
Şimdi ben o gazilere saygı duyuyorum. Kimisi diyor “Üstümüzdeki değerli eşyaları topladı”, kimisi diyor “propaganda yaptı”, kimisi diyor “bunları öldürün” dedi, kimisi diyor bilmem ne dedi ve de hareket ediyor. En sonunda diyor “Gördüm tanıyorum”.

Şimdi askeri elbiseleri giydirin herkese, yıllarca birbirini tanıyan insanlara bile bıyıklarını da kesin ve aynı olsun. Arkadaşını bile tanımakta zorlanır insan… Bizim yüzümüz kirli, sakalımız kirli, elbisemiz kirli, ayakkabımız kirli ve hepsi de aynı. Şimdi görmediği Şemdin Sakık’ı nasıl tanır?

CD: Siz diyorsunuz ki yani özellikle askerleri korumasız yolladılar, ya cehaletten ya kasıtlı olarak ki bu 93 darbesi dediğiniz şey gerçek olsun.
ŞS:
Ben öyle düşünüyorum. Yani benim zaten bu olayla ilişkim olmadığına dair hem yemin içiyorum hem belgelerini sunuyorum hem de mahkeme kararını ortaya koyuyorum.

Zaten kamuoyu da artık bu konuda biraz düşünürse iknadır. Benim sorunum o değil. Ben peşindeyim olayın... Takip de edeceğim. Zaten Ergenekon savcılarına da ben dayattım. Her önüme çıkan sorunda da bu katliamı dile getireceğim. Kendimi kurtarmak için değil artık. Eskiden kendimi kurtarmak içindi. Şimdi failleri ortaya çıkarmak için uğraşacağım.

CD: Kim bu failler?
ŞS:
Bu tedbirsizliğin böyle bir iki kişinin zaafıyla, unutkanlığıyla, işi olmaz demesiyle izah edilecek bir yanı yoktur. 60-70 askerden söz ediyoruz. 5-10 kişi olsa, 3-5 kişi olsaydı “ya bunlar sivillerin arasında kendilerini gizler gider” derlerdi. Ben öylelerini bile görmedim. Şimdi bu nasıl izah edilebilir? Hem de bilgi var ve en kritik yerde savunmasız bırakılıyor; hem de askerler o dönemde hepimizin gözü dönmüştü, çünkü her gün kayıp veriliyordu, öyle birinin eline geçtiği anda da müdahale ediliyordu. Ben diyorum ki “eğer müdahale edilmeseydi belki ölmezlerdi.”

CD: Reşadiyeyi buna benzetiyorlar. Bir benzerlik görüyor musunuz son saldırıyla?
ŞS:
Reşadiye buna benzer değil. Reşadiye, Abdullah Öcalan’ın talimatıyla, Kandil’in yönlendirmesiyle, oradaki birliğin planlı, programlı harekete geçmesiyle gerçekleşen bir olaydır. Bundan Şemdin adı kadar eminim. Talimatı nasıl verdi? Şimdi bizde talimat, öyle “Gidin filan yerde şu eylemi yapın” biçiminde verilmez. Bunun imkanı da yok.Abdullah Öcalan’ın talimatı şöyledir: Özellikle İmralı’da:

“Benim karnım kaşınıyor.” Bu bir talimattır. “Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölüyorum.”

“Bak ben ölüyorum” demek, dağdaki militanlara “Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil miyim, nasıl cevap vermiyorsunuz?”. Bu mesaj budur.

Hiçbir zaman Abdullah Öcalan, “gidin filan eylemini yapın” diyemez ki orda… Bu mesaj Kandil’e gitti.

Bu biraz o anda ortaya çıkan bir durumdur. Bunun sonuçları, önü arkası hesaplanmamıştır 33 asker olayının. Kimsenin de haberi yoktur, o anda ortaya çıkmıştır. Ya oyuna geldiler ya kendileri duygularına yenilip yaptılar.

Ama Reşadiye’deki bilinçli, planlıdır; sokak gösterilerinin bir parçasıdır.

Ana Sayfaya Git
  • ©Copyright 2024 | Tüm Hakları Saklıdır

NTV’de canlı olarak yayınlanan tüm programlar ile ilgili bilgiler, program bölümleri ve programlarla ilgili haberler NTV Ekranı’nda. Günlük NTV yayın akışı ve program saatlerini de NTV Ekranı kategorisinden saat bazında görebilirsiniz. %100 Futbol ile son dakika spor haberlerini, Gündem Masası ile gündem haberleri ile ilgili değerlendirmeleri NTV Ekranı’nda.

Mobil Uygulamalarımız